TR
 
EN
 
Hakkında | Amaç ve Kapsam | Etik İlkeler ve Yayın Politikası | Yazım Kuralları | Değerlendirme Süreci | Editör, Yayın ve Danışma Kurulu | Dizin | İletişim
 
1. SAYI
2. SAYI
3. SAYI
4. SAYI
5. SAYI
6. SAYI
7. SAYI
8. SAYI
9. SAYI
10. SAYI
11. SAYI
12. SAYI
13. SAYI
14. SAYI
15. SAYI
16. SAYI
17. SAYI
18. SAYI
19. SAYI
20. SAYI
21. SAYI
22. SAYI
 
 
1. SAYI // TAŞRA FRAGMANLARI

DİVAN KALEMİ

sosyoloji divanı, yeni bir sosyoloji dergisi. Türkiye’de hatırı sayılır bir geçmişe sahip sosyoloji yayınında yeni bir soluk olan sosyoloji divanı, büyük bir birikime yaslanarak toplumsal sorunları, gerçekleri, durumları, ufukları ve sınırları geçmiş ile gelecek arasında durarak tartışma niyetinde. İnsan ve toplum hallerinin dünden bugüne, bugünden yarına değişen, yeni-lenen, farklılaşan, yeniden kurulan bir özelliğe sahip olduğu bilinciyle bir okuma, kavrama, anlama ve izah etme tavrı geliştirmek amacında olan sosyoloji divanı, insan ve toplumun dahil olduğu, beslendiği, etkilendiği ve etkilediği büyük çerçeveyi anlamlı kabul etmektedir. Kendini bu çerçe-veye yerleştirmektedir.

Her dergi öncelikle belli yapı taşlarını gerektirir. Bir inşa olarak dergi, kurucu unsurlara bağlı bir şekilde var olur. sosyoloji divanı da diğer dergi-ler gibi belli bir yaklaşım, bakış açısı, değerler, ilkeler ve dil üzerinde titiz-likle durmakta, belli bir zemini esas almakta ve gönüllü bir muhitte varlığını bulmaktadır. Onun cisimleşmesinde niyet, amaç, dil, söylem, insan kümesi, bakış açısı, izlekler ve okuma yöntemleri esaslı öğeler olarak yer almakta-dır. Toplum hadiselerini, insan ilişkilerini kendi zemini ve bakışı etrafında değerlendirmeyi, bu hadiselere ilişkin kendince bir açıklama getirmeyi de-nemektedir. Her durumun belli bir pencereden, bakıştan ve temelden değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. 

sosyoloji divanı, kendi mecrasını oluştururken kimi önceliklerden hareket etmeyi, yüz yıllık sosyoloji birikimini değerlendirerek yeni okuma-lar geliştirmeyi, yeni zamanların yeni durumlarına ilişkin pencereler açmayı amaçlamaktadır. Türkiye’nin ve İslam dünyasının kültür havzasını, mede-niyet ufkunu ve toplumsal iklimini öncelemekle birlikte evrensel insanlık gerçeğini gözden uzak tutmamaktadır. Dergi, belki insanlık gerçeğini Türki-ye aynasında okuma gibi bir önceliğe sahip olabilir ancak bu bütünüyle kendine kapanmayı, kendi meselesinin dışındakini görmemeyi işaret etmez. sosyoloji divanı bizi yazarken elbette başkasının hikâyesini de önemse-mektedir. İnsanlık haritasına dağılan hikâyeler anlamlıdır; dolayısıyla her hikâye hem özel hem genel okumalara müsait bir yapı arz eder. Toplumsal olan ile insanî olanın iç içe oluşu ortadadır; toplumsalı yazmak ile insanı yazmanın hemen hemen aynı şeyler olduğu da. Sosyoloji temelde insanı süzen bakışlar toplamıdır; dergi bu bakışları önemseyip kayıtlarını tutmak istemektedir.

Dergi, adındaki vurgunun da işaret ettiği gibi bir sosyoloji dergisidir. Sosyolojinin diğer bilim dallarıyla, söyleme biçimleriyle, sanat türleriyle, insanlık halleriyle ne kadar yakın komşu olduğu gerçeği tartışma götürmez. Toplumu anlama, kavrama, insanla hemhal olma adına nice kaynağı kendi duvarını örmede gerekli harç olarak görmektedir. Bu bağlamda tarih, sanat, edebiyat, ilahiyat, coğrafya, antropoloji, psikoloji ve diğer beşeri bilimlerle ünsiyet bağı kurmaktadır. Disiplinler arası yaklaşımı önemsemekte, insan ve toplum gerçekliğinde bütün okumalara yer vermektedir. İnsan ve toplu-mun derdi, acısı, aşkı, imkân ve sorunları sosyoloji divanının mecrasıdır. Ancak okuma biçiminde, sosyolojik dili ve bakışı öncelediği aşikârdır. Ye-ni bir sosyolojik okuma ve bakış geliştirebilme, var olan birikimden hare-ketle bir sosyoloji geleneği oluşturma adına böylesi bir zeminden hareket etmektedir. 

sosyoloji divanı, akademik ve bilimsel bilgi ile diğer bilgileri har-manlamakta, kendine dahil etmekte, içeriğini böylece zenginleştirmektedir. Teorik ve kuramsal olanla güncel olan arasındaki bağı mercek altına almak-ta; güncelden teoriye, teoriden güncele geçişler yapmayı önemsemektedir. Büyük tarihsel ve toplumsal sorunlar ile biricik insanın küçük sorunlarının birlikte yer aldığı insanlık gerçeğini, mikro ve makro ayrımı yapmadan, mercek altına almaktadır. Bu yüzden akademik metinlerin yanında deneme, inceleme, portre, şehir, mekân, sinema ve fotoğraf yazılarına da yer ver-mektedir. Bir düşünce dergisi olmayı, sosyolojik bakış ile edebî ve entelek-tüel bakışı, akademik dil ile edebiyat dilini yakınlaştırmayı amaçlamaktadır. Bilimsel metnin öncelikle entelektüel bir metin olduğunu keskince söyle-mekte, genel düşünce iklimine, edebiyat ve düşünce ortamlarına dahil ol-maksızın bilim üretmenin pek mümkün olmayacağını bilmektedir. Bu esas-ları gözeterek sosyolojide yeni bir soluk olmayı, farklı bir sosyoloji fikriyatı geliştirmeyi düşünen sosyoloji divanı, kendi sözüne ve diline yaslanarak yürümekte ve konuşmaktadır.  

sosyoloji divanının hayırlara vesile olması, güzel bir gidişe yol aç-ması, bir iyilik ve ihsan olması, yeni okuma ve yazma heyecanları geliştire-bilmesi temennimizdir.

Bu sayıda; 
Elinizdeki sayı, sosyoloji divanı’nın ilk sayısı. Yeni bir başlangıç, yeni bir deneme. Pek çok güzellik, pek çok eksiklikle bir arada. Yeni ol-manın heyecanı, acemiliği, tedirginliği ama aynı zamanda gözü pekliği, inancı ve ümidi yan yana. Böyle bir niyet, böyle bir yola çıkış. Gide gide yetkinleşme arzusu, göre göre sağlamlaşma istenci. 

İlk dosya konusu, taşra. Taşra fragmanları, taşra halleri. Neresi taşra, neresi merkez? Türkiye’nin hayli zamandır tartışa durduğu, kimi çıkışları yakalayıp yeniden yitirdiği bir gerilim ortamı. Merkezin taşraya, taşranın merkeze çapraz bakışları. Merkezlerde ve taşralarda yaşanan bir insan ger-çekliği. Merkezin kayıtsızlığı, taşranın unutulmuşluğu ve öfkesi. Yahut ru-tin hayatları. Pek çok bakış, pek çok değerlendirme zemini. Köksal Alver, Taşra Halleri yazısında taşranın ve merkezin yapı taşlarını ele alıyor. Taşra-nın hangi bakışların ürünü olduğunu, taşrada nasıl hayatın yaşandığını irde-liyor. Celaleddin Çelik, taşranın değişen dünyasını, nostalji, zaman ve mekân kavramları eşliğinde tartışmaktadır. Ertan Özensel ise taşra tartışma-larında kentin öne çıktığını, oysa kırın kendi içinde derin dönüşümler yaşa-dığını vurgulayarak kırın yeniden konuşulması gerektiğini hatırlatmaktadır. Mahmut H. Akın, yerlilik ekseninde bir taşra tartışması yapmaktadır. Sınır sosyolojisine emek veren Ferhat Tekin, sınırlardaki merkezleri ve taşraları dikkatlere sunmaktadır. Taşra okumaları için önemli bir kaynak olan şehir ansiklopedileri ise Mehmet Birekul’un kaleminden sunulmaktadır. Vefa Taşdelen ise gene taşra ve özellikle Anadolu kentleri için ilginç bir örnek olan Cumhuriyet caddesi fenomenini irdelemektedir.

Bu sayıda sohbet köşesinde değerli hocamız Prof. Dr. Mustafa Ay-dın’ı ağırlıyoruz. Hocamızla enine boyuna sosyolojiyi, sosyolojinin işlev ve sorumluluklarını, kendisinin sosyolojideki macerasını, yazma serüvenini ve Konya’yı konuşmaktayız.

Kenar Kayıt bölümü, dosya dışı akademik yazıları ihtiva etmektedir. Dosya dışındaki yazıların değerlendirileceği bölümde üç makale yer almak-tadır. Ahmet Demirhan, Türk romanının kült örneklerinden Sinekli Bakkal’ı edebiyat kanonu bağlamında çözümlemekte ve yeni okumalara kapı arala-maktadır. Zehni Özmen, toplumsal tipler ve gençlik kümeleri bakımından dikkat çeken Apaçiler’i ele almaktadır. İslam Can ise Milli eğitiminin bir ulus inşasındaki rolüne işaret etmektedir.

Hayat Sahnesi, tıpkı diğer bölümler gibi derginin ana bölümlerinden. Bu bölüm portre yazılarını, toplumsal tip incelemelerini, mekân okumaları-nı, hayattan kareleri içermektedir. Bu denemeler, akademik bilgi ile edebi-yat bilgisinin buluştuğu, güncelin tarihsel ve kuramsal olanla karşılaştığı ve harman olduğu bir mecrada yer almaktadır. Bu sayıda Mustafa Aydın, Türk sosyolojisinin önemli isimlerinden ve aynı zamanda Konya Selçuk Sosyo-loji’nin kurucu bölüm başkanı olan Erol Güngör’e dair yazdı. Şahin Torun, Erzurum’un kıymetli entelektüeli ve yazarı Ali Karaavcı’yı bir portre de-nemesiyle yad etmektedir.  Köksal Alver ile Seyfettin Kurt, farklı meslek-lerden iki ustayı anlatmaktadırlar. Biri  çay ustası, bir diğeri ise terzi. Her hayattan akıp gelen nice yankı ve hüzün. 

Kitaplık ağırlıklı olarak yeni yayınların değerlendirildiği, sosyoloji okumalarına bir pencere açma niyetiyle hazırlanan bir bölüm. Bu sayıda yakın zamanlarda yayınlanmış sekiz kitap hakkında değerlendirme yazıları yer bulmaktadır.
 
Selam ile.

İÇİNDEKİLER

5   DİVAN KALEMİ | Editör
 
  DOSYA: TAŞRA FRAGMANLARI
11   Köksal Alver | Taşra Halleri
25   Celaleddin Çelik | Taşranın Değişen Sosyolojisi
31   Ertan Özensel | Taşranın Yetim Çocuğu: Kır
45   Mahmut H. Akın | Yabancıda Aranan Yerlilik
57   Ferhat Tekin | Sınırın Çifte Anlamlılığı: Sınırdaki Merkezler Ve Taşralar
65   Mehmet Birekul | Taşrada Büyü Bozumu: Bir Kentleşme Refleksi Olarak Şehir  Ansiklopedileri
73   Vefa Taşdelen | Cumhuriyet Caddesi Üzerine Duyuşlar
 
  SOHBET
89   Prof. Dr. Mustafa Aydın ile Sosyoloji Sohbeti
 
  KENAR KAYIT
101   Ahmet Demirhan | Sinekli Bakkal ve Edebi Kanon
113   Zehni Özmen | Bir Altkültür Örneği Olarak “Apaçiler”
123   İslam Can | Türk Ulusal Kimliğinin İnşasında Milli Eğitim İdeolojisinin Rolü
 
  HAYAT SAHNESİ
149   Mustafa Aydın  |  Erol Güngör
153   Köksal Alver  | Ateş Çayevi: Bir Çay Abidesi
161   Şahin Torun  | Bir Huma Kuşu: Ali Karaavcı
165   Seyfettin Kurt | Bizim İşimiz İğneyle Kuyu Kazmak

  KİTAPLIK
173   Mahmut H. Akın | Modernleşmeye Rağmen Modern
177   Ahmet Sarı | Felsefeden Edebiyata Bir Bakış Denemesi
183   Faruk Karaarslan | Modernite Nasıl Unutturur
187   İbrahim Nacak | Sosyolojik Paradigmalar
191   Fatih Uslu | Sosyoloji Okumaları Kılavuzu
195   Ejder Ulutaş | Siyasallığın Toplumsal İnşası Üzerine
199   M. Derviş Dereli | Türkiye’de Dindarlık
205   Ahmet Gökçen | Çokkültürlü Vatandaşlık
209   Tuba Coşandal | Bauman Sosyolojisi

215  
ÖZETLER

224  
YAZARLAR
 
DOSYA

Taşra Halleri

Köksal ALVER

Bu makale taşranın mekânsal ve toplumsal yönlerini, taşra bakışı etrafında irdelemektedir. Taşra kendine özgü bir dünyadır. Taşra sadece merkezin kurguladığı bir dünya değildir. Bu dünya kendi ritüellerini, hayat pratiklerini, bakışlarını üretmektedir. Elbette taşra aynı zamanda merkez ile kurduğu ilişkilerle de var olmaktadır. Bununla birlikte bir tek taşradan değil taşralardan, bir tek merkezden değil merkezlerden söz etmek gerekir. Taşra halleri, taşranın ortaya koyduğu deneyimleri kendi zihniyeti çerçevesinde yorumlamayı denemektedir.

Taşranın Değişen Sosyolojisi

Celalettin ÇELİK

Taşra, modern kentin tezahürüyle birlikte ancak mekânsal varlığı ve sosyolojik bağlamı tescil edilmiş bir vakıadır. Sözcük anlamıyla taşra, merkezin dışında ve dışarıda olanı temsil eder. Modernlik tecrübemizde özel bir işlev yüklenen taşra, değişimin rüzgârına sırtını çevirmiş, yüzünü karanlığa ve köhneliğe dönmüş bir tarz-ı hayattır. Uzak ta olsa mekânda bir gerçekliği vardır taşranın. Ancak bu gerçeklik, merkezin varsayılan düzenli, hızlı, gelişmiş, kurumsal ve rasyonel hayatının tam da karşısında bir yerlerdedir.

Taşranın Yetim Çocuğu: Kır -Sosyal Bilimler Geleneğinde Türkiye’de Kır Toplumunun Ötekileştirilmesi Üzerine Eleştirel Sosyolojik Bir Yaklaşım-

Ertan ÖZENSEL

Sosyal bilim araştırmalarında hakim olan modernleşmeci/gelişmeci paradigmalar, sadece konunun nasıl ele alınacağına değil aynı zamanda hangi konuların ele alınacağını da önemli ölçüde belirlemektedir. Bunun en güzel örneklerinden birisi de bugüne kadar kır sosyolojisi çalışmalarının büyük ölçüde ihmal edilmesine karşın çalışmaların büyük oranda kente yönelmesidir. Oysa toplumsal gerçekliğin anlaşılması ancak bütüncül yaklaşımlarla mümkün olabilmektedir. Türkiye’de kırı dışlayarak kenti anlama çalışmaları birçok sorunu beraberinde getirirken, toplumsal gerçekliğin yeterince anlaşılmaması hatta sosyolojik muhayyileden oldukça uzak, dolayısıyla toplumsal gerçekliğe çok da vakıf olunması imkânsız olan “toplum mühendisliği” projelerine yönelinmesini beraberinde getirmiştir. Aslında sorun sosyal bilimlere hakim olan gelişmeci paradigmanın evrensel bir kabulle, Batı Avrupa’da ortaya çıkan sorunların Türkiye’de de aynı şekilde gerçekleşeceği kabulünde yatmaktadır. 

Bu yazının amacı, özde sosyal bilimlere hakim olan gelişmeci paradigmaların eleştirisi yapmak değildir. Hakim olan bu anlayışın toplumsal gerçekliğin önemli bir parçası olan kırın nasıl ihmal edildiği, kırın kent karşısında nasıl/neden ötekileştirildiği, adeta yetim bir çocuk gibi itelenip kakalandığı gerçeğini eleştirel bir sosyolojik bakış açısından anlamaya çalışmaktır.

Yabancıda Aranan Yerlilik

Mahmut H. AKIN

Yerlilik, sosyal bilimlerde yakın dönemde dikkat çeken konulardan birisidir. Oldukça karmaşık ve tanımlanması güç bir kavram olan yerlilik, Türkiye'nin modernleşme tecrübesi bağlamında ilginç bir konumda bulunmaktadır. Cumhuriyet ile birlikte daha radikal yenilik uygulamaları, bir yönüyle yerli olanı yabancı, yabancı olanı ise yerli haline getirme çabası olarak yorumlanabilir. Bu konuda özellikle dil ve tarih konusundaki uygulamalar, dikkat çekmektedir. Türkiye'de yerliliğin yabancı olarak tanımlanması, modernleşme süreci boyunca süre giden siyasal ve kültürel ayrılmada önemli bir yerde durmaktadır.  

Sınırın Çifte Anlamlılığı: Sınırdaki Merkezler ve Taşralar

Ferhat TEKİN

Bu çalışmada teritoryal sınırlara dair ikili bir okuma yapılmaktadır. Öncelikle sınır, devletin ya da merkezin periferik hatları olarak ele alınmaktadır. Böylece sınıra hem merkezin taşrası hem de merkezin imajının ve gücünün her an hissedildiği düalist bir yer olarak odaklanılmaktadır. İkinci olarak merkezin sınır algısına karşı sınır insanlarının algısı merkezleştirilerek sınırın nasıl çift anlamlı bir fenomen olarak okunabileceği gösterilmeye çalışılmaktadır.

Taşrada Büyü Bozumu: Bir Kentleşme Refleksi Olarak Şehir Ansiklopedileri

Mehmet BİREKUL

Son yıllarda iyiden iyiye kendisini hissettiren merkez-taşra ikileminde taşra, bir taraftan modern kentlere ayak uydurma çabasını sarf ederken diğer taraftan da arkasında bıraktığı saflığa-doğallığa olan özlemini dile getirmekten geri durmamaktadır. Weber’in “büyü bozumu” olarak nitelediği hızla kentleşen modern dünya, Berger’in deyimiyle yarattığı “evsiz zihin”lerin anlam dünyasında da pek çok tahribata yol açmıştır. Bu tablo içerisinde taşra kendi anlam dünyasını imar etmede modernleşmesine engel olmayan ama geçmişini de silip atmayan bir fantezi olarak “nostalji”ye sarılmış bir görüntü sergilemektedir. Bu durumun en güncel göstergelerinden biri ise özellikle Anadolu (taşra) şehirlerinde görülen yerel ansiklopedilerin hızla artmasıdır. Bu çalışma taşranın yaşadığı dilemma içerisinde bir refleks olarak nostaljiye sarıldığını varsaymakta ve bunun güncel bir örneği olarak Anadolu şehirlerinde şehir ansiklopedilerinin yayılmasının “büyü bozumu” yaşayan taşranın kentleşme olgusu karşısında nostaljik bir refleksi olduğunu iddia etmektedir.

Cumhuriyet Caddesi Üzerine Duyuşlar

Vefa TAŞDELEN

Kuşkusuz her ilin, hatta her ilçenin bir “Cumhuriyet Caddesi”, bir “Cumhuriyet Mahallesi”, bir “Cumhuriyet Parkı” vardır. Hatırlıyorum da, İnebolu’da, Orta Camiin duvarına tutturulan, kırmızı zemin üzerine ka-bartma beyaz harflerle yazılı “Cumhuriyet Caddesi” levhası, şehrin ahşap mimarisiyle uyum içindeydi. Şimdi de “Cumhuriyet Mahallesi”nde oturu-yorum, İstanbul’da. Cumhuriyet rejimi, kendi isimlerini ve ideallerini ya-şatmak için şehirlere, caddelere, mahallelere, okullara, meydanlara, stad-yumlara, hava alanlarına, uygun isimler vermiştir: Atatürk İlkokulu, İnönü Stadyumu, Kazım Karabekir Lisesi, Hürriyet Mahallesi, gibi. İşte “Cumhu-riyet Caddesi” de bunlardan biri. Konunun diğer devletlerde, diğer rejim-lerde de farklı olduğunu düşünmüyorum. Fransız ihtilalinden sonra, ihtila-lin öne çıkardığı “cumhuriyet”, “millet”, “özgürlük”, “adalet”, “eşitlik” gibi insanlığı en fazla ateşleyen kavramlar, bir şekilde meydanlarda, caddelerde, sokaklarda yaşatılmıştır. İngiltere’de kraliçeye bağlılık ve bu bağlılık etra-fında üretilen değerler, meydanlarda, sokaklarda, parklarda göze çarpar. Tabii ki, dikte edici ve buyurgan bir tarzda olmaması önemli. Şundan emi-nim: “cumhuriyet”, sadece bir yönetim biçimini değil, insanın dünyasındaki çoğulluğu da yansıtacak cinsten. Bu yüzden, hiç kimsenin onu kendisine, kendisini de ona yabancı hissedeceğini zannetmiyorum.
SOHBET

Mustafa Aydın ile Sosyoloji Sohbeti

Sosyolojiye bakış açınızı merak ediyoruz. Sosyolojinin varlığı, ku-rumsallaşması, dili, söylemi, amacı sizce ne şekilde kurgulanmıştır? Ve elbette sizce nasıl olmalıdır? İnsanı ve toplumu anlamada yeterli argü-manları, kaynakları, bakış açıları var mıdır sosyolojinin? Buna bağlı ola-rak sormak isterim: sosyolog topluma ve insana nasıl bakmalı? Kendini nasıl beslemeli, hangi alanlardan, hangi kaynaklardan kendini taze tutma-lı?

Sosyoloji her ne kadar 19. yüzyılın ikinci yarısında A. Comte tara-fından kurulmuş bir bilim olarak kabul ediliyorsa da belki daha açıklayıcı yaklaşımlardan birisi onun Fransız İhtilali’nden sonra ortaya çıkmış inşai bir bilim olduğu ve daha sonra onun sistematize edildiği görüşüdür. Adı geçen ihtilal belli bir zaman aralığında olup bitmemiş, uzun sürmüş ve yal-nızca Fransa’da değil, Avrupa toplumlarında bir kaos doğurmuştu. Düşü-nebilen hemen pek çok kişide toplum üstüne bir endişe ve buna bağlı bir soru vardı: Toplumlarda istikrar nasıl sağlanacaktı. İşte sosyoloji “Toplum-sal düzen nedir? Bu düzen nasıl sağlanabilir?” sorularına aranan cevapla ortaya çıkmıştı.
KENAR KAYIT

Sinekli Bakkal ve Edebi Kanon

Ahmet DEMİRHAN

Bu makale, Sinekli Bakkal örneğinden yola çıkarak, Türk romanında daha çok ulusal bir alegori arayışı diye de değerlendirilebilecek ve kanonik hale gelmiş bir izleği sorgulamayı hedefliyor. Türk romanını acemi, çocuksu ve taklit temelli başladığı şeklindeki algıyı eleştirmek için, kabul edilen edebi kanondaki romanlarda 'züppe' tipinin aşırı bir yoruma tabi tutulmasına dikkat çekiyor. 'Züppe' tipinin toplumsal plandaki Batılılaşmanın aşırılıklarını normalleştirme gibi bir işlevi olduğunu ileri süren makale, aynı nedenle Sinekli Bakkal'ın daha çok metin dışı gerekçelerle bu kanonik çizginin dışında tutulduğunu vurguluyor.

Bir Altkültür Örneği Olarak

Zehni ÖZMEN

Türkiye'de bir altkültür örneği olarak okunabilecek apaçilerin sosyolojik açıdan analiz edebilmesi için kültürün farklı bağlam ve anlamlarından bahsetmek zorunludur. Kültürün özünde iki kullanımı vardır: Mükemmelliğin bir standardı ya da bir yaşam tarzı. Altkültür kavramı bu iki kullanımın her ikisiyle de yakından ilişkilidir. Altkültürler aynı zamanda, birçok toplum için kendisine benzemeyen bir ötekinin varlığına da işarettir. Bir altkültür örneği olarak apaçilik Türkiye’de yeni bir olgudur ve bu isimle anılan kesimin nasıl algılandıkları meselesi henüz bir netlik kazanmamıştır. Literatürde hali hazırda yeteri kadar yer kaplamayan bu hassas olgunun temel düzeyde iki şekilde algılandığı iddia edilebilir: Yatay zıtlıklar düzeyinde var olan bir kültürel farklılık durumu ya da dikey zıtlıklar düzeyinde kendini gösteren bir kültürel fark durumu. Birincisi bir tür çeşitlilik durumunu ima eder, ötekiyse sınıfsal bir farkın mevcudiyetinin göstergesidir.

Türk Ulusal Kimliğinin İnşasında Milli Eğitim İdeolojisinin Rolü

İslam CAN

Yirminci yüzyılın başlarında imparatorlukların dağılmaya başlamasıyla birlikte devletin yapısal örgütlenmesi, ulus-devlet şeklinde tezahür etmiştir. Bir ulusu merkeze alan bu yeni devlet modeli, kendi ulusunu üretmeyi hedefleyen bir dil ve sistem geliştirmeye çalışmıştır. Milli bilince sahip yeni bir ulus inşa etmek, eskinin yerine devrimci bir ruhla yenisini ikame etmeyi gerektirmektedir. Kurgulanan yeni anlatılar, imal edilen dil teorileri, mitleştirilen tarih ve tayin edilen milli sınırlar, tümüyle yeni bir ulus üretme projesinin örneklerini teşkil eder. Yeni bir ulus üretmenin en etkili yolu ise, zihinlerin ve bilinçlerin inşası yoluyla gerçekleşmektedir. Bundan dolayı eğitim kurumu, tüm ulus-devletlerin öncelikli olarak dizayn etmeye çalıştığı bir alandır. Bu çalışmada ise, bir ulus-devlet olarak kurulan Cumhuriyet’in, milli eğitim ideolojisi ve bu ideolojinin ulusal kimliğin inşasındaki rolleri üzerinde durulacaktır.
HAYAT SAHNESİ

Erol Güngör

Mustafa AYDIN

Erol Güngör, 1938 Kırşehir doğumlu, tanınmış bir aileden geliyor. Dedesi Kırşehir Ali Güven Camii İmam ve Hatibi olan Hafız Osman aynı zamanda Ahi Tekkesinin son şeyhidir. Güngör, 1956’da İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kayıt yaptırmış, ancak ünlü sosyologlarımızdan Mümtaz Tur-han’ın yönlendirmesiyle Felsefe Bölümü’ne geçmiş, ayrıca felsefenin ya-nında Psikoloji ve Sosyolojiye yakın ilgi duymuş, fikri donanımını bu çer-çevede geliştirmeye çalışmıştır. Lisans öğrenimini tamamladıktan sonra 1961 yılında Tecrübi Psikoloji Bölümüne asistan olarak girmiş, Sosyal Psi-koloji onun akademik hayatının en önemli yönünü oluşturmuş, D. Krech’ten çeviri, yaptığı tezler bunun en önemli belgeleri olmuştur. Sosyal Psikoloji onu aynı zamanda Sosyolojinin içine çekmiştir.

Ateş Çayevi: Bir Çay Abidesi

Köksal ALVER

Şehirlerimiz çay ocakları, çayevleri, kahvehaneler, kıraathanelerle do-ludur. Çarşının içlerinde, iş hanlarında, sokak aralarında, cadde boylarında, yazlık bahçelerde, hemen her yerde çay ustalarıyla karşılaşılır. Çay, Anado-lu şehirlerini boydan boya kateden iksirdir. Kendine özgü mekân üretmekte mahirdir. O yüzden şehir çay demektir, çay ocağı demektir. Bir şehirde aranan, sorulan mekânlarında başında çayevleri gelir. Çay bir şehre girme-nin, o şehri tanımanın ince yollarından biridir. Çay içmediğimiz bir şehre gitmiş sayabilir miyiz kendimizi? Çayın buğusunda buluşmadığımız, soh-betle demlenmediğimiz, dertleşmediğimiz şehir bizim şehrimiz olabilir mi? Çay, şehrin anahtarıdır; çayın kokusu şehrin güzergâhlarını çizer. 

Bir Huma Kuşu: Ali Karaavcı

Şahin TORUN

Ali Karaavcı gibi bir insanı anlatmaya çalışmak öncelikle onu anla-mayı, yaşadığı ve yaşamak istediği hayatı yazmış olduklarından çıkarmaya çalışmayı, böylece onun iç dünyasına doğru bir yolculuğa çıkmayı gerekti-rir. Zira o, her şeyden önce sayfaları içinde açılan Kur’an ile uyanmış ve  imani  bir kalkışla yola çıkmış biridir. Büyük bir tefekkür dünyası,  geniş bir bakış açısı ve bir noktada da anlaşıl(a)mayacağını bile bile yürümeye çalışan bir fikir seyyahıdır o. Yaşadığı şehrin yüzüne yüzüne düşen kar taneleriyle tek tek tanışmak istercesine yürüyen ve düşünen bir adamdır...

Bizim İşimiz İğneyle Kuyu Kazmak

Seyfettin KURT

Hele Bismillah…

Mis gibi bir bahar sabahı,  güneş yavaşça yükseliyor.  Ustadan “erken gel” ikazını aldığımdan, vakitlice Manifaturacılar Çarşısının yolunu tutuyorum.

Bismillah, barakallah, dualarıyla usulcacık berekete, telaşa, rızık ko-şuşturmacasına açılıyor kepenkler. Birbirinden uzak mağaza ve dükkânları,  geniş caddeleri, caddelerdeki kocaman tabela ve totemleri ile manifaturacı-lar çarşısı bedesten içindeki çarşı kavramından çok uzak.  Man, collection, leydi, fashion gibi yazılar yazan ışıklı ışıksız tabelalar, Konya da, Çorum da, Bursa da, Eskişehir de dikilmiş elbiselere, İngilizce isimler verme gayre-tinin,  aşağılık kompleksimizin değişik punto ve karakterlerle altını çiziyor. Ustanın işyerine vardığımda “özlem ticaret” levhasının altından geçip, güler yüzlü sevecen birkaç insanın oturduğu mağazanın arka tarafına doğru iler-liyorum. Ufak tatlı bir telaş oluyor önce
KİTAPLIK

Modernleşmeye Rağmen Modern: Ahmet Hamdi Tanpınar

Mahmut H. AKIN

Akademide ve entelektüel çevrelerde yakın dönemde en çok ilgi gö-ren isimlerden birisi de Ahmet Hamdi Tanpınar'dır. Romanları baskı üzeri-ne baskı yaptığı gibi hayatı ve düşünceleri üzerine yazılan kitaplar da çok satmaktadır. Tanpınar'a edebiyatçılar kadar sosyologlar da ilgi göstermeye başlamışlardır. Bir zamanlar özellikle İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölü-mü tarafından Kemal Tahir'e gösterilen ve hâlâ devam eden ilginin bugün farklı yerlerde, farklı görüşlerden insanlar tarafından Tanpınar için de yo-ğun bir şekilde gösterildiği dikkat çekicidir. Bu ilgi yoğunluğu “neden Tan-pınar, yaşadığı dönemde ya da yakın bir zamana kadar bu kadar ilgi gör-medi de şimdi büyük bir ilgi görüyor?” sorusunu akla getiriyor. Kendisi de yaşadığı dönemde eserlerinin yeteri kadar ilgi görmediğini düşünmüş ve yakın çevresine serzenişte bulunmuştur. 

Felsefeden Edebiyata Bir Bakış Denemesi

Ahmet SARI

Aristoteles’in Poetika’sını okumuş olanlar sözkonusu kitabında poeti-ka çatısı altında aslında üç kadim türü, lyros’u, epos’u, dramos’u birden kastettiğini; Aristoteles’in poetika kavramının sözkonusu bu üç alt türü kaynaştırdığını, iç içe geçirdiğini bileceklerdir. Bu türler elbette daha sonra modern dönemlerde parçalanacak ve birbirinden ayrılmış şekilde varlıkla-rını sürdürme imkanı bulacaklardır. Lyros’un, epos’un, dramos’un insanlık tarihinin seyrinde kendi bağımsız şekillerini elde edip hepsinin kendi özel sınırlarıyla kalmaları için de 19. yüzyıla dek beklemek gerekecektir. Kadim eserlerin klasik olmalarının bir açıklaması da galiba bu üç türüiçinde kay-naştırması olarak da değerlendirilebilir. Daha sonraları en azından Hora-ce’dan, Bodmer’e ve Breitinger’lere; Barok döneminde Martin Opitz’in poetika kavramı tahayyülünden Aydınlanmacı zihniyete ve sonraki modern dönemlerde yer alan ekol ve okulların poetikaya atfedecekleri parçalanmış değerler poetikanın belki de sadece şiir sanatı anlamına gelebilirliğinin de bir tarihi serencamını içinde barındırır. Her ne kadar Rus okulu, Prag okulu ve modern/sonrası dilbilimciler poetikanın seyriyle ilgili farklı farklı anlam katmanı üzerine bir şeyler dillendirseler de, yine de poetikanın şiir sanatı kalın çizgisi bu akımlarda ortak bir paydayı da oluşturması bakımından dikkate değerdir.

Modernite Nasıl Unutturur

Faruk KARAARSLAN

Toplumsal hafıza son yıllarda sosyal bilimlerin en gözde konuların-dan biri. Esas itibariyle toplumsal hatırlama ve unutma biçimleri ekseninde şekillenen konu, aynı zamanda disiplinler arası çalışma alanı olma özelliği-ne de sahip. Bu anlamda herhangi bir alana mal edilemeyecek genişlikte ve derinlikte bir konu. Hatırlama ve unutma biçimlerini merkeze alması ile psikolojiye, geçmişe yaslanması ile tarihe, toplumsalı konu edinmesi sebe-biyle sosyolojiye, politik müdahaleler tarafından şekillendiriliyor olmasıyla siyaset bilimine ve soy kütüğü, sözlü tarih vb. yöntemsel zorunlulukları ile antropoloji ve arkeolojiye bağlıdır. Konunun sosyal bilimler alanına bu düzeyde yayılmış olmasına rağmen belirli sabitelerinin olduğu da göz ardı edilemez. Toplumsal hafızayı çalışılabilir kılan da bu sabitelerdir. Sosyal bilimlerdeki birçok konunun uğrak noktası olan modernite, toplumsal hatır-lama ve unutma biçimlerini doğrudan etkilemesi hasebiyle bu sabitelerden bir tanesidir. Çünkü Sanayi İnkılabı ve Fransız Devrimi ile başladığı varsa-yılan, iki dünya savaşının yanı sıra sayısız kitlesel ölümleri ve göçleri ba-rındıran, yeni bir siyasi, sosyal ve ekonomik örgütlenmeye sebep olan bir olgunun toplumsal hatırlama ve unutma biçimlerini doğrudan etkilememiş olması söz konusu olamaz. Bu durum modernite ve toplumsal hafıza ilişki-sini sorgulayan bir dizi soruyu beraberinde getirir. Modernite toplumsal hatırlamayı güçlendirir mi, zayıflatır mı? Modernite ile birlikte toplumsal unutma artmış mıdır, azalmış mıdır? Modernitenin hangi unsurları toplum-sal hatırlamayı veya unutmayı güçleştirir ya da kolaylaştırır? Bu ve bunun gibi bir dizi soru sosyal bilimler açısından derinlemesine tartışılmayı ve cevaplandırılmayı beklemektedir. 

Sosyolojik Paradigmalar

İbrahim NACAK

Sosyoloji literatürünün temelini oluşturan, ana hatlarını belirleyen ve dolaylı olarak katkı yapan bütün düşünürler toplumsal gerçekliğe ilişkin çeşitli yaklaşımlar geliştirmişlerdir. Bu yaklaşımlar; toplumların yaşamış olduğu tarihsel süreklilik ve kırılmalara benzer şekilde bir süreklilik ve kı-rılmayı ifade ederler. Daha önce yaşamış olan düşünürlerin fikirlerini ödünç alanlar ve bunu geliştirenler sosyal bilim alanındaki sürekliliğe kat-kıda bulunmuşlardır. Ayrıca süregelen toplumsal şartları ve bunu besleyen düşünceleri eleştirenler ise sosyal bilimlerde açılıma sebep olanlardır. Bu açılım ya da kırılma her zaman kesin bir kopuşu değil yön değiştirmeyi de ifade edebilir. Örneğin, Marx’ın Hegel’den etkilenmesinde aynı anda hem süreklilik hem de bir kırılma (daha doğrusu bir yön değiştirme) söz konu-sudur.

Sosyoloji Okumaları Kılavuzu

Fatih USLU

Zygmunt Bauman, Sosyolojik Düşünmek isimli kitabında ‘Sosyoloji farklı biçimlerde düşünülebilir. En basit yolu tepeleme kitap dolu, sıra sıra dizilmiş uzun kütüphane raflarını düşünmektir.’ diyerek bu ilmi disiplini bir kütüphaneye benzetir. Buradan yola çıkarak ben de ‘Sosyoloji Okumaları Kılavuzu’nu, bunca kitap ve bilgi yığını arasında kaybolup gitmemizi en-gelleyecek bir ‘kütüphane kullanımı el kitabı’ olarak nitelendirdim.

Sosyoloji Okumaları Kılavuzu, sadece Sosyoloji öğrencileri için değil aynı zamanda Sosyoloji meraklıları için de elzem bir okuma taslağıdır. Kı-lavuz, alanla ilgili büyük bir ihtiyacı gidermekle kalmayıp, yeni ufuklar açma noktasında da öncü olacak nitelikler taşımaktadır. Kılavuzun amacı yazarın ifadesiyle, ‘öğrencinin/okurun Sosyoloji okumalarına rehberlik etmek, temel eser, kişi ve meselelere dikkat çekmektir.’ Sosyoloji okuması yapan birisi için okuma durakları ve odak noktaları tespit eden bir yol hari-tası niteliği taşımaktadır. Ancak kılavuz, Sosyoloji okumaları fihristi özelliği taşımasına karşın temkinlidir, tek başına bir başyapıt iddiası taşımamakta-dır. Okura yeni bakış açıları kazandırma niyetinde olup, bu ufuklara yelken açan okuru cesaretlendirme ve heyecanlandırma çabasındadır. Bu kılavuz-da yer alan yazarlar ve eserler okurun gözünde büyümemeli ve aşılmaz bir yol olarak görülmemelidir. Kılavuz, genelde Sosyolojiye ilgi duyan okurla-rın tümüne, özeldeyse sosyoloji bölümü öğrencilerine hazırlanmıştır. 

Siyasallığın Toplumsal İnşası Üzerine

Ejder ULUTAŞ

Siyaset ve toplum ilişkisi temelde bir etkileme ve etkilenim ilişkisidir ve etkileşimi insan-insan, toplum-toplum ve insan-toplum arasındaki ilişki-lerde gözlemlemek mümkündür. Siyasetin varlığı belli bir toplumsallığı gerekli kıldığı gibi, toplumsallığın varlığı da siyasal bir zeminde kendisini serdetmesine bağlıdır. Dolayısıyla insanın olduğu her yerde siyasetin de var olduğunu söylemek yanlış bir değerlendirme olmayacaktır. Nitekim Ay-dın’ın da kaydettiği gibi temel bir kurum olarak siyaset, insanlığın başından beri potansiyel olarak; klan ve kabile hayatından itibaren de fiili olarak var ola gelmiştir.  Siyasetin toplumla olan bu ilişkisi, toplumun yeniden üretimi ile kendisini daha net bir şekilde göstermektedir. Genelde siyaset toplum-sallaşmaları belirlemeye, sürece hakim olmaya çalışır. Siyasetin toplumsal hayatı belirlemesinin sürekliliğini sağlayan şey ise siyasal toplumsallaşma-dır. ‘‘İnsanların siyasal hale gelmeleri ya da getirilmeleri süreci olarak siya-sal toplumsallaşma, genel toplumsallaşmanın alt bir süreci olarak kabul edilmiştir. Siyasal toplumsallaşma, bir insanlık durumu olan siyasallığın toplumsallaşma yoluyla inşa edilmesi sürecidir ve belli bir siyasal kültüre dahil olmayı, vatandaşlık rollerinin öğrenilmesini, siyasal bir ideolojinin benimsenmesini ya da reddedilmesini içermektedir."

Türkiye'de Dindarlık

M. Derviş DERELİ

Türkiye’de Dindarlık ismiyle kitap haline getirilen sosyolojik araştır-ma, “Türkiye’de Toplumsal Yapı ve Din” adı altında TÜBİTAK projesi olarak 2008-2011 yılları arasında niteliksel ve niceliksel teknikler bir arada kullanılarak gerçekleştirildi. “Türkiye’de dinin sosyal ‘anlamı’ nedir, insan-lar dine nasıl bakıyorlar? Dindarlığın ölçüsü nedir ve nasıl algılanıyor? Dine bakış, insanların gündelik davranışlarını, sosyal ilişkilerini, birbirlerine ba-kışlarını nasıl etkiliyor? Muhafazakârlığın, dindarlığın, laikliğin sınırları nerelerden geçiyor?” gibi temel sorulara odaklanarak ülkemizin genel din algısı haritasını çıkarmayı amaçlayan bu kapsamlı proje/kitap, İletişim ya-yınları arasında çıktı. Eylül ve Aralık 2012 tarihlerinde olmak üzere kısa bir süre içerisinde iki baskısı yapıldı.

Çokkültürlü Vatandaşlık

Ahmet GÖKÇEN

Çokkültürlü Vatandaşlık isimli eser Mazhar Bağlı ve Ertan Özensel’in ‘‘Kanadalı Türklerin Aidiyet Çabaları ve Değer Yapıları’’ alt başlığıyla yapmış oldukları uygulamalı bir çalışmanın kitap haline getirilmiş şeklidir. Çalışmada nicel (kantitatif) bir yöntem uygulanmıştır. Araştırmaya katılan-ların %68’i erkek, %31,6’sı da kadınlardan oluşmaktadır. Bu araştırmada, ‘‘çokkültürlülüğün ve çokkültürlü vatandaşlığın merkezi konumundaki ülkelerin başında gelen Kanada’da yaşayan ‘‘Türkler’’ ele alınmıştır. Bu bağlamda Kanadalı Türklerin yeni bir topluma üye olmaları sürecinde kar-şılaştıkları her türlü sosyo-kültürel, ekonomik problemleri, Kanada’daki konumları ve mevcut değer yapıları tespit edilmeye çalışılmıştır’’. Kitabın dert edindiği konu Türkiye’de de oldukça hararetli tartışmaların merkezi bir uğrak alanı olan çokkültürlülük konusudur. Farklılıkların bir arada barış ve huzur içerisinde yaşamasının imkanı üzerinde durmayı hedef edinen bu çalışma Kanada’daki toplumsal hayatı, orada yaşayan Türklerin durumunu artıları ve eksileriyle ele almıştır. Dolayısıyla Türkiye’deki problemlerle başa çıkmada nasıl bir yol izleneceğine dair de önemli doneler sunuyor. Yazarların da ifade ettiği gibi bu çalışmanın temel amacı, Türkiye’den Ka-nada ya giden Türkiyeli vatandaşların kanada toplumuna uyum düzeylerini ve Kanadalı olma bilinçlerini bizzat kendileri ile çeşitli yollarla görüşerek ölçmek ve değerlendirmektir. Buradan da varılmak istenen amaç ise; çok kültürlü bir yapıya sahip olan ülkemizin, farklılıkların özgünlüğünü zede-lemeden birlik ve berberlik içinde toplumsal barışı ve kalkınmayı sağlaya-cak politikalarına bir katkı sunmaktır. 

Bauman Sosyolojisi

Tuba COŞANDAL

Bauman Sosyolojisi, Ayrıntı yayınlarından 2013 yılında çıkmış, Zül-küf Kara’nın derlediği makalelerden oluşan bir çalışma olup, Türkçe’de Bauman üzerine yapılan önemli ve kapsamlı bir yayımdır. İçerik açısından zengin olan çalışma, günümüzün etkili sosyologlarından olan Zygmunt Ba-uman’ın Sosyolojiyi içinde bulunduğu krizden çıkarmak üzere geliştirdiği sosyolojik metodolojinin yanı sıra, bu çerçeveyi inşa etmekte kullandığı toplum, etik ve politika konularında sunduğu fikir ve tartışmaların da çeşitli bölüm ve makalelerle sınıflandırılarak incelendiği bir eserdir. Bauman’ın modernitenin sistematiğini özellikle akılcılık, disiplin, denetim ve üretime dayalı piyasaya bağımlı olma gibi özellikleri üzerinden inceler ve postmo-dern eleştirilerle modern yapının nasıl değişip dönüştüğünü sorgular. 
 
Tüm Sayılar
Sosyoloji Divanı Kitaplığı
Basında Biz
Duyurular
Formlar
Satış Noktaları