|
4. SAYI // ASIRLIK SOSYOLOJİ |
|
DİVAN KALEMİ
Sosyolojinin Türkiye macerası, bir asrı geride bıraktı. Asırlık bir sosyoloji, asırlık bir sorgulama ve birikim. Sosyolojinin Türkiye’ye söyledikleri, söyleyemedikleri, sundukları, sunamadıkları, bakışları, işaretleri bir asrın içinde dalgalanmakta, dağılmakta, bir yerlere odaklanmaktadır. Asırlık sosyoloji, büyük bir maceranın katmanlarını, aşamalarını, kırılmalarını, bunalımlarını, avantajlarını yani bütün çerçevelerini ima etmektedir. İma ile birlikte içermekte, göstermekte ve sunmaktadır. Türk sosyolojisi, yaslandığı sosyal düşünce kaynağı ile birlikte bir Türkiye okumasını ima etmektedir; bir Türkiye resmini ortaya koymaktadır. Sosyolojinin Türkiye macerası, kendi özelinde Türkiye’nin dönüşümüne, değişimine, kendiliğine dair önemli veriler sunmaktadır.
Bir asır içinde sosyoloji, Türkiye’ye ilişkin kimi bakışlar ürettiği gibi kendine ilişkin de kimi algıların, bakışların, yaklaşımların ortaya çıkmasına meydan vermiştir. Sosyoloji, diğer sosyal bilimler gibi bir Türkiye okuması parantezinde değerlendirilmiştir. Doğrudan topluma ve insana yönelen sosyoloji, daha fazla göz önünde olmuş, söyledikleri daha dikkatli bir şekilde izlenmiştir. Bu durum iki farklı sosyoloji algısına yol açmıştır: Bir yanda sorgulanan ve eleştirilen sosyoloji, öte yanda yüceltilen ve misyon yüklenen sosyoloji. Bir asrın birikimi tam da eleştiri ve yüceltme arasında sosyolojiyi doğru konumlandırmamız gerektiğini salık vermektedir. Gerçekte sosyoloji, Türkiye’ye ne sunmuştur, ne sunamamıştır; Türkiye okumasını doğru yapabilmiş midir? Türkiye’nin gerçeğine, insanına, hikâyesine kendi bağlamından, kendi hakikat zemininden bakabilmiş midir? Yoksa başka dünyaların, başka aktörlerin gözünden bir okuma mı yapmıştır? Asırlık sosyoloji, bütün bu yakıcı soruları sormayı gerektirir; yakıcı soruların doğru cevaplanmasını da…
Asırlık sosyoloji, sosyolojinin büyük genellemeler bağlamında değerlendirilmemesini de göstermektedir. Yekpare bir Türk sosyolojisi var mıdır? Yoksa kendi içinde bölünmüş, parçalanmış, farklı geleneklere, ekollere, yaklaşımlara imkân tanımış, farklı gruplanmaları, kümelenmeleri, katmanları içermiş, farklı sosyologların dilinde farklı konuşmuş, farklı şehirlerde daha başka bir kimlik sunmuş bir sosyoloji gerçeği mi söz konusudur? Bu gerçeğin tamamını kuşatacak, belirleyecek, içerecek bir genel sosyoloji söylemi, bazı sakıncaları barındırabilir.
Genel bir değerlendirmeden ziyade özel okumalar, tahliller ve analizlerle o büyük resmin içinde yer alan küçük resimleri, gelenekleri, kümelenmeleri değerlendirmek daha hakkaniyetli olabilir. Sosyolojinin yanında sosyolojileri, sosyoloğun yanında sosyologları, ana akımların yanında periferiyi, merkez figürlerin yanında diğer simaları da bu okumaya dahil etmek gerekir. O vakit genellemelerin tümleştirici ve aynılaştırıcı etkisinden kurtulup daha gerçekçi, özel ve sınırları belli bakışlara ulaşabilmek mümkün olabilir.
...
Sosyoloji Divanı’nın yeni sayısı, bir özel sayı. Türkiye’de sosyolojinin yüz yılına bir armağan. Türk sosyolojisinin serencamının değerlendirildiği, meseleleri, bakışları, içerikleri, literatürü, yöntemi, çalışma alanları, yönelimleri, ekolleri, bölümleri, öğrenci profilleri, bilimsel iklimlerinin dökümünün yapıldığı bir özel sayı, özel ilgi. Elbette sosyolojinin bütün meselelerinin ve sorunlarının, konularının bir sayıda yer bulması imkânsız. Dergi bu bilinçle kimi konuları ve sorunları seçerek, kimi alanlara biraz daha dikkat çekerek bir resim sunmayı amaçlamaktadır. Bu özel sayının, Türk sosyolojisi araştırmalarında ve okumalarında bir bakış, yöntem ve içerik ortaya koyması beklenmektedir. Bu alanda çalışma yapacaklara bir kaynak olma umudundadır.
Özel sayı üç eksen üzerinden kurgulandı. İlk eksen Türk sosyolojisinin genel eğilimleri ve yapısal özelliklerinin değerlendirilmesini içermektedir. Müktesebat adını alan bu bölümde Korkut Tuna’nın yüz yılı değerlendiren yazısı, Yasin Aktay’ın sosyolojik imgeleme ilişkin vurgusu, Köksal Alver’in Türk sosyolojisini literatür, Batı sorunu, yerlilik ve kurumsal kimlik bağlamında değerlendiren makalesi, Ramazan Yelken’in yeni bir okuma önerisi getiren yazısı, Mustafa Orçan’ın Türk sosyolojisini yeni koşullar içinde değerlendiren yazısı, Ahmet Koyuncu’nun Türkiye’de sosyoloji ekollerini dolayısıyla sosyoloji anlayışlarını tartışan yazısı, Ali Yaşar Sarıbay’ın sosyal bilim zanaatkârlığını değerlendiren yazısı, Suvat Parin’in ise öğrenci kongrelerini içerik açısından ele alan yazısı, sosyolojinin kurumsal çerçevesine ve genel müktesebatına ilişkin mühim analizler içermektedir.
Özel sayının ikinci bölümü sohbetlerden meydana gelmektedir. İstanbul Üniversitesi’nden İsmail Coşkun ve Sakarya Üniversitesi’nden Besim F. Dellaloğlu ile yapılan sohbetler, Türk sosyolojisinin genel özellikleri, eğilimleri, sorunları, içerikleri, bağlamları hakkında önemli ipuçları sunmaktadır. Her iki hocanın sohbeti derinlikli analizler içermekte, sosyoloji okumalarına bir kapı aralamaktadır.
Üçüncü bölüm olan Muhasebe ve Müzakere, Türk sosyolojisinin yeni ve geleneksel çalışma konularını, meselelerini, sorunlarını, belli başlı sosyoloji dalları içerisinde ele almaktadır. Ertan Özensel çokkültürlülük, Lütfi Sunar toplumsal değişim, Mustafa Aydın din sosyolojisi, Necmettin Doğan aydın sosyolojisi, Ferhat Tekin sınır sosyolojisi, Erhan Tecim sağlık sosyolojisi, Zülküf
Kara beden sosyolojisi, Mehmet Karakaş milliyetçilik, Mustafa Kemal Şan kültür-medeniyet ayrımı, Cevat Özyurt Ziya Gökalp, E. Berat Fındıklı köycülük, Mazhar Bağlı göç ve mekân sosyolojisi, Sıtkı Karadeniz aşiret sosyolojisi, Ayşe Canatan yaşlılık konularını ele almaktadır. Çalışmalar, yeni yaklaşımların yanında zengin bir literatür sunmaktadır.
Özel sayının Türk sosyolojisi çalışmalarında, yeni okumalarda faydalı olması dileğiyle…
Selam ile…
İÇİNDEKİLER
5 DİVAN KALEMİ | Editör
ÖZEL SAYI: ASIRLIK SOSYOLOJİ
I. MÜKTESEBAT
9 Korkut Tuna | Türkiye’de Sosyolojinin 100 Yılı Üzerine
15 Yasin Aktay | Sosyolojinin Yitik İmgelemi
25 Köksal Alver | Türk Sosyolojisi: Tarzlar, İçerikler, Sınırlar
39 Ramazan Yelken | Kurtarıcı ve Kurucu Bir Bilim Olarak Sosyoloji
53 Mustafa Orçan | 21. Yüzyılda Türkiye’de Sosyolojinin Geleceği
65 Ahmet Koyuncu | Türkiye’de Sosyoloji Ekolleri
97 Ali Yaşar Sarıbay | Zanaat Olarak Sosyal Bilimcilik
107 Suvat Parin | Sosyoloji Öğrencileri Kongreleri Üzerine Bir Değerlendirme
II: SOHBET
123 Prof. Dr. İsmail Coşkun ile Sosyoloji Sohbeti
139 Prof. Dr. Besim F. Dellaloğlu ile Sosyoloji Sohbeti
III. MUHASEBE ve MÜZAKERE
149 Ertan Özensel | Homojenleştirme ve Ötekileştirme Sürecinden Ötekini Kabul Etmeye
167 Lütfi Sunar | Türkiye’de Toplumsal Değişim Çalışmalarının Kuramsal Temelleri
187 Mustafa Aydın | Yüzüncü Yılda Türkiye’de Din Sosyolojisi
215 Necmettin Doğan | Türkiye’de Aydın Sosyolojisi Literatürüne Eleştirel Bir Yaklaşım
243 Ferhat Tekin | Türkiye’de Sınır Sosyolojisi Çalışmaları
255 Erhan Tecim | Sağlık Sosyolojisi: Türkiye’de Gelişimi ve Yeni Yönelimler
277 Zülküf Kara | Beden Sosyolojisi İçin Teorik İmkânlar
301 Mehmet Karakaş | Türkçülük’ten Türk Milliyetçiliği’ne
325 Mustafa Kemal Şan | Türk Sosyolojisinde Kültür ve Medeniyet Ayrımı Üzerine
341 Erhan Berat Fındıklı | Erken Cumhuriyette Köy İmgesi ve Köycülük
381 Mazhar Bağlı | Göçebeliğin ve Yerleşikliğin Çelişkisinde
387 Sıtkı Karadeniz | Türkiye Sosyolojisinde Aşiret Çalışmaları
415 Ayşe Canatan | Yaşlılık ve Yaşlanma
425 Cevat Özyurt | Ziya Gökalp: İmparatorluktan Milli-Devlete Sosyoloji
459 ÖZETLER
478 YAZARLAR
|
|
Türkiye’de Sosyolojinin 100 Yılı Üzerine
Korkut TUNA
Toplum oluşmuş/oluşturulmuş ve servisi yapılmış kavram ve yaklaşım biçimleriyle, onların izin verdiği sınırlılıklarla ele alınmamalıdır. Sosyoloji söylenenlerin değil olup bitenlerin bilimi olma yönünde meselelere yaklaşmalı, topluma bakışını ve ele alış biçimini sınırlayan kavramlardan ve yaklaşım biçimlerinden uzaklaşarak olup bitenleri ele almalıdır.
100 yılı idrak etmiş bir sosyolojiden bunu beklemek hakkımızdır. Geçmiş yıllardaki takıntılarının yol açtığı ele alış biçimleri günümüzde tekrar ele alınmalı ve geldiğimiz nokta bu gelişmelerin ışığında değerlendirilmelidir. Sosyolojimiz bunu yapacak güç ve imkânlara sahiptir.
Sosyolojinin Yitik İmgelemi
Yasin AKTAY
Sosyolojinin bu günkü durumu üzerinde düşünürken, yitik bir şeyden bahsedeceğimize göre, bir miktar romantik, hatta nostaljik bir duygunun etkisi altında olacağız demektir. Yitik olan, daha önce sahip olunan bir şeydir. Daha önce sahip olunduğu halde bugün elde olmayan bir şey. Elde olmadığından dolayı da bir eksiklik duygusu, bir noksanlık durumu ortaya çıkaran bir şey. Sosyoloji üzerine son zamanlardaki yapılan tezlerin verilen konferansların veya sunulan tebliğlerin önemli bir kısmının konularına bir göz atıldığında bu yitiklik duygusunun izlerini bir çok yerde görebiliriz. Sosyoloji ve felsefe arasında, sosyoloji ve siyaset arasında, sosyoloji ve ütopya arasında, sosyoloji ve kendisine uygun bir metodoloji arasında kurulmaya çalışılan bütün bağlantılar, hep bu yitiklik duygusunun etkisini hissettiriyor. Bütün bu açılardan sosyolojinin bir gerileme içinde olduğu düşüncesi var. Bu düşünceye yön veren şey nedir? Bir bilgi midir? Yoksa bir hissiyat mıdır? Bir hissiyata yol açan bir bilgi midir? Yoka bilginin hissiyattan bağımsız başka bir kaynağı var mıdır?
Türk Sosyolojisi: Tarzlar, Sınırlar, İçerikler
Köksal ALVER
Türkiye’de sosyoloji bir asrı aşkın süredir modern bilim vasfıyla yer etmiştir. Bunun öncesinde gelişkin ve yetkili bir sosyal düşüncenin olduğu bir vakıadır. Pek çok eksiğine ve dezavantajlarına rağmen, bir Türk sosyolojisi olgusundan söz etmek mümkündür. Sosyoloji ikliminde yetişen entelektüeller, düşünürler, yazarlar ve sosyologların varlığı; bunun yanında sözü edilen kişilerin çalışmalarıyla oluşan dikkate değer sosyolojik bilgi, kendi bağlamında Türk sosyolojisinin değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.
Kurtarıcı ve Kurucu Bir Bilim Olarak Sosyoloji
Ramazan YELKEN
Türkiye’ye Sosyoloji “kurtarıcı” ve “kurucu” bir bilim olarak “aktarma ithal bir ürün” gibi girmiştir. Bu nedenle Türk sosyolojisi batılı bir karaktere ve oryantalist bir söyleme sahiptir. Sosyolojinin bu problemini “yerli bir sosyoloji oluşturma” çabaları da aşamamıştır. Türkiye’de sosyolojinin bu krizi aslında daha büyük bir medeniyet krizinin sadece sonucudur. Medeniyet krizini aşmanın çözümü başlangıç olarak medeniyetimizin temel kaynakları ile irtibat kurmaktır. Özgün bir sosyoloji oluşturmak için öncelikle müfredata İslam Medeniyeti Okumaları başlıklı dersler konulmalıdır.
21. Yüzyılda Türkiye'de Sosyolojinin Geleceği
Mustafa ORÇAN
Bu çalışmanın amacı, sosyolojinin Türkiye’ye girişinin 100. yılında sosyolojik çalışma ve eğilimlerin ne durumda olduğunu ve yeni bir yüzyıla girerken sosyolojinin hangi nitelikte seyredeceğine dair beklenti ve tartışmaları gündeme getirmeye çalışmaktadır. İlk önce sosyolojik çalışmalarda görülen değişimin beslendiği kaynaklar olarak Avrupa ve Amerikan kıtasındaki sosyolojik etkilenmelere yer verildikten sonra, Avrupa Birliğine Giriş sürecinin sosyolojiyi, sosyologları ve sosyolojik çalışmaları hangi yönde etkilediği konuları üzerinde durulmaktadır. Daha sonra, 21. yüzyılın ilk yarısına kadar sosyolojide hangi alt çalışma alanlarına ihtiyaç duyulacağı ve sosyolojik çalışmaların önceliğinin ne olması ve neye hazırlıklı olmaları gerektiği konuları değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Son olarak, “Gelecekte Türkiye’deki sosyolojik çalışmaların özgünlüğü ve kendi kavram ve kuramlarını üretebilme imkanı nedir?” şeklinde ki soruya kısmen değinilecektir.
Türkiye'de Sosyoloji Ekolleri
Ahmet Koyuncu
Sosyolojinin ülkemizde bağımsız bir bilim dalı olarak ortaya çıkmasından günümüze geçen bir asırlık sürede bazı ekoller Türk sosyolojine damgalarını vurmuştur. Bu çalışma da sosyolojinin ülkemizde karşılık bulduğu Osmanlı son döneminden başlayarak sosyolojimizin tarihsel serüvenin de önemli durak noktaları olan bu ekollere yer verilecektir. Söz konusu ekollerin ortaya çıktığı sosyal, siyasi ve toplumsal şartlar da dikkate alınarak sosyoloji nasıl tanımlandıkları ya da sosyolojiye nasıl bir misyon yükledikleri, ilgi alanları, öne çıkan konular, dönemim önemli isimleri, kullanılan metodoloji, Batılı kavram, yöntem, ekol ve düşünürler ile kurulan ilişki ve dönemsel farklılıklalar ele alınmıştır. Bu yolla, Türk sosyolojisinin söz konusu tarihsel süreçte Türk toplumunu anlama ve açıklama hususunda nerede durduğu, Batı sosyolojisinin Türkiye’deki yansımaları ve etkileri ile Türk sosyolojinin kendine özgü sorunlarına değinilmiştir.
Zanaat Olarak Sosyal Bilimcilik
Ali Yaşar SARIBAY
Türkiye’de Sosyoloji disiplininin ihdas edilişinin 100. yılı bir akademik muhasebe yapmayı gerektirirse, bunu iki katmanda gerçekleştirebiliriz. Birinci katmanı ontolojik olarak adlandıracağım. Bu katmanda hep yapıla gelenin, Sosyolojiyi var eden nedenler, onun varlık kaynağının ne(ler) olduğu üzerinde durulduğunu söyleyeceğim. Nitekim Sosyolojinin Türkiye’deki ta 19. yüzyılın sonlarında başlayan serüveni; esas itibariyle bir devletin bekası etrafında dönen tartışmalara ilişkin olarak ortaya çıkmıştır. “Bu devlet nasıl kurtarılabilir?” sorusunun cevabını arayan fikri mesaiye; Avrupa’da da taze kurumlaşma aşamasında olan ve kapitalizmin değişim rüzgârının eşlik ettiği toplumsal düzen meselesi üzerinde kafa yoran bir disiplin, Sosyoloji ilham vermiştir. “İlham vermiştir” ama kendi üzerine kendisi gibi düşünmeye değil! O kadar ki, Sosyoloji disiplininin tâbiri câizse kurumsal kurucu babası Ziya Gökalp bile, “bu devlet nasıl kurtarılabilir?” sorusunun cevabını ararken, kendi toplumuna Durkheim’ın gözleriyle bakmış, zihniyle yaklaşmıştır.
Sosyoloji Öğrencileri Kongreleri Üzerine Bir Değerlendirme
Suvat PARİN
Türkiye’de üniversitelerin sosyoloji bölümü öğrencileri 1994 yılında başlattıkları ve 2014 yılı itibariyle yirmincisini gerçekleştirdikleri Sosyoloji Öğrencileri Kongresi adı altında süreklilik gösteren bir akademik etkinliğe imza atmış durumdalar. Bu çalışmanın amacı, 1994 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencileri tarafından başlatılan Sosyoloji Öğrencileri Kongreleri’ni bir bütün olarak betimlemek, yirmi yıllık süreçte oluşan birikimi değerlendirmek, kongrelere katılım sağlayan öğrencilerin cinsiyet, üniversite ve konu edindikleri problematikler/tartışmalar bağlamında nasıl bir kümelenme gösterdiklerini ortaya koymaktır.
Homojenleştirme ve Ötekileştirme Sürecinden Ötekini Kabul Etmeye
Ertan ÖZENSEL
Modernleşmenin siyasal anlamdaki karşılığı “ulus devlet” modellerdir ve bu devletler üst bir kültürün ve kimliğin varlığının ön kabulüne dayanarak kendini var etmişlerdir. Osmanlı’da devleti kurtarma çabalarıyla yukarıdan aşağıya yöntemlerle başlatılan modernleşmecilikçoğulcu ve kuşatıcı bir ulusal kimliğin oluşumunu engellemiştir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında da Türk kimliği inşa edilirken geçmişle süreklilik kırılmış ve kimlikler gelenekten kopuk bir biçimde yeniden “icat” edilip topluma dayatılmıştır. Böylece ulus devletin bir gereği olarak, gerek hukuki ve gerekse de ülkedeki tüm farklılıklara yönelik Türkiye pratiği, Anadolu’nun kültürel zenginliğin yok edilmesi, toplumdaki çeşitliliğin bastırılmaya çalışılması doğrultusunda gerçekleşmiştir.
Ülkemizde etnisiteye ve kültürel farklılıklara bağlı sorunların son otuz yılda çatışmaya dönüştüğünü görmekteyiz. Aslında bütün dünya toplumları, başta etnisite problemi olmak üzere çeşitli kültürel farklılıklar sorunuyla yüzleşmekte ve karşılaşılan soruna çözüm aramaktadırlar. Türkiye’de sorunun kalıcı ve sürdürülebilirliği konusunda yeni bir modele ihtiyacı olduğu görülmektedir. Aslında içinde yaşadığımız coğrafya, toplumsal gerçeklere uygun bir model oluşturacak güçlü deneyim ve tecrübelere sahiptir. Fakat şimdiye kadar Türkiye’deki kültürlere yönelik kapsamlı bir kavramlaştırmanın yapılamaması, yapılanlarında daha çok belirli bir etnik kültür üzerinden tanımlanmaya çalışılması, bugün yaşanan birçok problemin kaynağını da oluşturmaktadır. Türkiye toplumunu tanımlanması ve bu yeni modele kaynaklık etmesi amacıyla“halat kültür”, Türkiye’de farklılıkları kapsaması açısından bir metafor olarak kavramsallaştırılabilir.
Türkiye'de Toplumsal Değişim Çalışmalarının Kuramsal Temelleri
Lütfi SUNAR
Türkiye’de toplumsal değişimle ilgili çalışmalar çok fazla değildir. Bu çalışmalar arasında belirli kuramsal temellere yaslanan ve kapsamlı açıklamalar geliştirebilenler ise iyice kısıtlıdır. Öte yandan toplumsal değişme daima modernleşme ile birlikte ele alınmaktadır. Hatta pek çok ismin toplumsal değişmeyle ilgili temel fikirlerini ortaya çıkarabilmek için onların modernleşme analizlerini incelemek gerekmektedir. Esasında bu tür bir iç içe geçmişlik sosyolojinin dil ve kavramlarından kaynaklandığı kadar; Türkiye’nin modernleşme macerasının bizatihi kapsamlı bir toplumsal değişime tekabül etmesinden de beslenmektedir. Dolayısıyla modernleşme ve toplumsal değişim daimi olarak birbirinin içine geçmiş olarak ele alınmaktadır. Bu çalışmaların tasnif edilmesi, birbirleriyle benzerliklerinin ve farklılıklarının ortaya konulması alanda yapılabilecek yeni çalışmalara zemin oluşturması bakımından önem arzetmektedir. Bu tür bir tasnifin en sağlıklı biçimde yapılabileceği zemin bu çalışmaların dayandıkları kuramsal temellerden hareketle gerçekleştirilebilir. Bu çalışmada Türkiye’de toplumsal değişimle ilgili çalışmaların kuramsal zemini olarak Marksist ATÜT yaklaşımı, Weberyenpatrimonyalizm modeli ve yapısal işlevselci modernleşme kuramları belirlenmiştir.
Yüzüncü Yılda Türkiye'de Din Sosyolojisi
Mustafa Aydın
Türkiye’de, Batı sosyolojisi bağlamında din sosyolojisi çalışmaları bir hayli yenidir. 20. yüzyılın ortalarına kadar yeterli ilgi görmemiştir. Bunda pozitivizmin dine bakışı etkili olmuştur. Bununla birlikte dinin aydınlarda uyandırdığı olumsuz tavrın yanında Cumhuriyet rejiminin din ile ilgili tutum ve kaygılarının önemli bir yeri olmuş olmalıdır. İşin gerçeği modern din sosyolojisi bağlamındaki bu gerçeğin yanında Türkiye’de din sosyolojisi alanı ile ilgili çalışmaların bir hayli gerilere götürülebileceğini söyleyebiliriz. Esasen modern bilim formundaki bir din sosyolojisinin ancak yüzelli yıllık bir geçmişi varsa da dintoplum ilişkisini kuran düşüncenin tarihi eskidir. Biz bu makalede modern sosyolojide din sosyolojisi çalışmalarını dört sosyolog üzerinden değerlendirmekteyiz.
Türkiye'de Aydın Sosyolojisi Literatürüne Eleştirel Bir Yaklaşım
Necmettin DOĞAN
Aydın Türkiye’de her zaman ilgi çekici bir konu olmuştur. Bu ilgi kendisini Türkiye’deki aydın sosyolojisi literatüründe de gösterir. Fakat hem aydın sosyolojisinin bir disiplin olarak muğlak olması hem de Türkiye’de aydına yönelik yaklaşımların daha çok ideolojik bir çerçevede ele alınması, Türkiye’deki
aydınla ilgili akademik çalışmaların da kuramsal ve yöntemsel olarak sorunlu olmasına yol açmıştır. Bu makale çeşitli sosyolojik kuramlara dayanarak Türkiye’deki aydın sosyolojisi literatürünün bir eleştirisi yapmayı amaçlamaktadır.
Türkiye'de Sınır Sosyolojisi Çalışmaları
Ferhat Tekin
Sınır sosyolojisi insanların sınırlar üzerinden kendilerini nasıl tanımladıklarından ve onları nasıl algıladıklarından; sınır insanlarının ya da topluluklarının karşı tarafla kurdukları sosyal, siyasal, ekonomik, dinsel, kültürel vs. ilişkilere kadar geniş bir alanla ilgilenir. Bu çerçevede söz konusu algı ve ilişkilerde karşı tarafla benzerlik ve uyumun, farklılık ve çatışmanın rolü ve önemine odaklanır. Dolayısıyla bu metinde yaklaşık 3000 km’lik kara sınırlarına sahip ve sekiz dokuz ülkeye komşu olan Türkiye’de sınır sosyolojisinin yeri tartışılmaktadır. Makalede genel olarak Türk sosyolojisinde sınıra yönelik ilgisizliğe dair eleştirel bir değerlendirme yapılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan beri sınırlara yönelik ciddi bir hassasiyet göstermiştir. Çeşitli söylem, sembol ve ikonlarda ifade bulan bu hassasiyet, bir yandan yeni toplumu (ulusu) inşa etmek amacıyla, diğer yandan da bölünme ya da toprak kaybetme paranoyasıyla sürekli canlı tutulmuş ve genelde sosyal bilimlerin özelde ise sosyolojinin sınıra yönelik ilgisizliğini fazlasıyla etkilemiştir. Bu bağlamada metodolojik nasyonalizm ve metodolojik devletçilik’te ifade bulan bu anlayışın Türkiye’de sosyolojinin sınıra bakamayışının ya da ilgisizliğinin temelinde yattığını söylemek mümkündür.
Sağlık Sosyolojisi: Türkiye'de Gelişimi ve Yeni Yönelimler
Erhan TECİM
Türkiye’de sosyolojinin gelişimi ve yeni sosyolojik alanların ortaya çıkması dikkate alındığında, sağlık sosyolojisinin yeni bir yönelim olduğu ve iki binli yıllara kadar çok rağbet görmediği anlaşılmaktadır. Bu makalede böyle bir serüvenin incelemesi yapılmaktadır. Buna karşın sağlık sosyolojisi alanı, Kıta Avrupası ve Amerika’daki sosyologlar için 1900’lerden beri yoğun şekilde çalışılmakta olan bir alandır. Hatırı sayılır bir literatür oluşturan yabancı araştırmacılar arasında sağlık sosyolojisinin konusu, araştırma yöntemleri, hastalık ve kültür-toplum ilişkisi gibi konular çokça çalışılmaktadır. Bu makalede, sağlık sosyolojisine dair şu açılardan genel bir çerçeve çizilmeye çalışılmıştır. Sağlık sosyolojisinin konusu ve içeriğine dair kısa bir analizin arkasından sağlık ve toplum etkileşimi ele alınmıştır. Alt başlıklarda, ‘sağlık sosyolojisi çalışmalarının benzer konuları ele alan disiplinlerden nasıl ayırt edilebileceği hususları’ ve ‘neden sağlık-hastalık konusu ile toplum ve kültür ilintilidir’ sorusunun cevabı aranmaktadır. Türkiye’de sağlık sosyolojisi alt başlığında ise, geçmişten günümüze gelinen süreçte sağlık sosyolojisi çalışmalarından bahsedilmiş ve bazıları kısa bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur.
Beden Sosyolojisi İçin Teorik İmkanlar
Zülküf KARA
Türk sosyolojisi için yeni ve heyecan yaratan bir alan olarak öne çıkan beden sosyolojisi son dönem çalışmalarla sosyal bilimlerde önemli mesafeler katetmiş görünmektedir. Öyle ki bedenin toplumsal alandan, güç, iktidar ve yeni teknolojiler alanına kadar geçirdiği bir dizi sosyolojik süreç yeni teorik önerilere kapı aralamıştır. Sosyal bilimlerde yaratıcı düşünce repertuarıyla bilinen Deleuze eksenli bu çalışmada, Arzu Makinesi, Organsız Beden, Anti-Ödipus, Yersiz-Yurtsuzluk, Şizo-analiz, Göçebe Düşünce, Rizom, Affect, Assamblage, Oluş ve Fark kavramları eşliğinde beden sosyolojisi için yeni teorik imkânlar tartışılacaktır.
Türkçülük'ten Türk Milliyetçiliği'ne
Mehmet KARAKAŞ
Milliyetçilik, sahip olduğu ideolojik karakterine rağmen, mutlak anlamda sağ, sol veya herhangi bir dinsel görüşün politikası olarak tanımlanamaz. Ne olduğu konusunda ise ancak somut örneklerine bakılarak bir karar verilebilir. Kültürel ve siyasal zeminde bir ideolojik perspektif olarak ortaya çıkan Türkçülük akımı da dönemsel gelişmelere bağlı olarak eklektik bir yapı ekseninde şekillenmiştir.
Orta Asya ve Osmanlı olmak üzere iki farklı bağlamda ortaya çıkan Türkçülük, 1908’e kadar; kozmopolit bir çerçevede Osmanlı Devleti’nin ayakta kalmasını Türk unsuruna bağlayan özellikleriyle şekillenmiştir. 1908 Jön Türk ihtilalından sonra Türkçülük anlayışında önemli değişiklikler yaşanmıştır. Yeni anlamıyla Türkçülük, Osmanlı devletindeki Türk halkı öğesine ve Türk Dünyası’na ilgiyi ön planda tutarak Türklüğe vurgu yapmaya başlamıştır.
Milli mücadele sürecinde ise Türkçülük düşüncesi, en köklü farklılaşmayı yaşamıştır. Çünkü bu dönemin koşulları, geçmişten ana özellikleriyle farklılaşmayı temsil edebilecek nitelikler taşımaktaydı ve Türkçülük anlayışı, bu koşullara eklemlenerek yepyeni bir içerik ve yapıya kavuşmuştur. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte Türkçülük, değişen yapısını tekemmül ettirerek Türk milliyetçiliği karakterini kazanmıştır. Türk milliyetçiliğinin yeni yapısı, Kemalizm’de anlamını bularak varlığını saf bir şekilde 1940’lı yıllara kadar sürdürmüştür. 1940’lı yıllardan sonra Türk milliyetçiliği bazı farklılaşmalar yaşamıştır. 1960’larda gündeme gelen Türk-İslam sentezi anlayışı bu farklılaşmanın en tipik örneğidir. 1980’lerden itibaren Türk Milliyetçiliğinin politik platformu olan MHP içerisinde de yeni bir gerilim ortaya çıkmış ve tartışmalar, hareketin bölünmesiyle sonuçlanmıştır. Günümüzde ise Türk milliyetçiliği temelinde üretilen politikalar, küresel nitelikli gelişmeler karşısında yeniden konumlanma çabasıyla şekillenmektedir. Bu bildiriyle, Türkçülüğün Türk milliyetçiliğine dönüşümü ve Cumhuriyet döneminde Türk milliyetçiliğinin yaşadığı farklılaşmaların izi sürülmeye çalışılacaktır.
Türk Sosyolojisinde Kültür ve Medeniyet Ayrımı Üzerine
Mustafa Kemal ŞAN
Türkiye’de sosyolojinin kurumsallaşarak bilimsel bir disiplin haline gelmesinde hiç kuşkusuz Ziya Gökalp’in çabalarının büyük önemi bulunmaktadır. Gökalp gerek İmparatorluğun yıkım aşamasının canlı bir müşahidi sıfatı ile ve gerekse de Cumhuriyetin kurucu elitlerinin fikir babası özelliği ile önemli fonksiyonlar icra etmiş bir sosyoloğumuzdur. Gökalp bir yandan Türkiye’de sosyoloji disiplininin kuruluş aşamasında aldığı rolü ile öte yandan da onun Türkiye’nin kimlik siyasetini kuran kişi olarak görmek mümkündür. Bu yazıda Ziya Gökalp’in bütün düşünceleri üzerinde durulmayacak, yaklaşımları içinde Türk modernleşmesinde önemli etkileri olan Kültür ve Uygarlık ayrımı üzerinden gidilerek bu ayrımın hangi gerekçelere istinaden kurumsallaştırılmış olabileceği üzerinde durulacaktır. Bu ayrımın Türk düşün hayatında ne tür eleştirilerle karşılandığı yine bu makalenin sınırları içinde tartışılarak Gökalp düşüncesinin günümüz toplumuna neler ifade ettiği üzerinde kısaca durulacaktır.
Erken Cumhuriyette Köy İmgesi ve Köycülük
Erhan Berat FINDIKLI
Bu makalede, Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İsmail Hakkı Tonguç ve Nusret Kemal Köymen gibi Kemalist aydınların, köy ve köycülükle ilgili ürettikleri söylemlerde kullandıkları çoğul imgeler, tarihsel ve kültürel referanslar, içinde bulundukları bireysel koşullar, elitizm stratejileri, köy söylemi üzerinden şehri tanımlama çabaları, ulus inşasının farklı düzlemleri, hegemonik dil ve ilişkiler, yakın okuma ve söylem analizleri aracılığıyla irdelenmekte, daha geniş bir dünya konjunktürü ve dünya tarihi ile iletişimsellik içinde çözümlenmektedir. Kuramsal çerçevenin oluşturulmasında Charles Tilly’nin “Patika Bağımlılığı” kavramının yanı sıra HomiBhabhan’nın post-kolonyal çalışmalarda ötekinin inşa ediliş biçimleri konusunda geliştirdiği söylemlerden yararlanılmıştır. Makale, Erken Cumhuriyet’teki köycülük tartışmalarının, dönemi otoriter “tek-parti rejimi”ne rağmen, tekil değil çoğul söylemler alanı olduğunu, farklı hegemonik ilişkilerin ve toplumsal aktörlerin benzerlikler kadar tikellikler de üreterek sürekli değişip dönüşerek, çok katmanlı, karmaşık bir doku oluşturdukları görüşünü savunmakta, söz konusu tarihsel deneyimin, Türkiye’de kırsal sosyoloji, kırsal tarih ve tarihsel sosyoloji için yeterince değerlendirilememiş önemli bir kaynak sunduğuna dikkat çekmektedir.
Göçebeliğin ve Yerleşikliğin Çelişkisinde
Mazhar BAĞLI
İnsanlığın bu dünyadaki serüvenini genel hatları ile bir “göçler tarihi” olarak tanımlayan okumalar var. Gerçekten de insanoğlu, yabancısı olduğu bu dünyada her zaman bir arayış içinde olmuştur. Sahip olduğumuz “kusursuzluk özlemi” bizi hep bir arayış içinde olmaya itmiştir. Bu arayışın en bilinen yansımalarından birisi de göç veya göçlerdir. Daha iyi bir konum arama çabası, bazen somut olarak yer değiştirme şeklinde gerçekleşir. İnsanın içinde doğduğu mekânla arasında kurduğu romantik ilişkiden dolayı mekanın terk edilmesi her zaman dramatik sonuçlar doğurur. İster çatışmalardan dolayı olsun, ister daha iyi bir yaşam standardı arayışı için olsun her mekânsal hareketlilik yeni bir sosyolojiyi beraberinde getirir.
Türkiye Sosyolojisinde Aşiret Çalışmaları
Sıtkı KARADENİZ
Aşiret konusu, Ziya Gökalp’in “Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler” (1922) adlı araştırmasıyla Türkiye sosyolojisindeki yerini almıştır. Aşiretin, sosyolojiye bu erken ittisalı, tarihselliği, varolma biçim ve seyri, kendine özgü yapısı ve belli bir toplumsallık biçiminin belirleyiciliğine karşın, yeteri akademik ilgiyi neden cezbedemediği ise, tartışılması gereken bir konudur. Bu metinde geliştirilen temel iddia, meselenin, kurulmakta olan “ulus-devlet”in refleksleri, idealleri ve tehdit algılarının yedeğinde ele alınmasının, “aşiret” meselesine bakışı da etkilediği ve bugüne kadar da bu bakışın etkisinden kurtulamadığı şeklindedir. Metin, “aşiret” konulu çalışmaların, özellikle akademi ve daha özelde de sosyoloji içerisinde nasıl bir yer işgal ettiğini ve hangi güzergâhları takip ettiğini göstermeye çalışarak bu iddiayı tartışmaya açmaktadır.
Yaşlılık ve Yaşlanma
Ayşe CANATAN
20.yüzyıl endüstrileşmenin getirdiği modern toplum hayatı ve etkileriyle dikkati çekmiştir. En önemli özelliği ise tıbbın gelişmesi ile doğumda ve hastalıklardan ölümlerin azalması ile doğum oranlarındaki düşüş olmuştur. İkinci özellik ise savaşların ardından 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren nüfusun hızla artması ve nüfus yaşlanmasıdır. Öncelikle gelişmiş ülkelerde artan nüfus, günümüzde ise gelişmekte olan ülkelerde sosyal refahın gelişmesiyle hızla artmaya başlamıştır. Yaşlıların nüfus içinde oranı arttıkça ihtiyaçlarına ve beklentilerine yönelik çalışmaların yapılması gerekmektedir. Bu yazıda yaşlılık ve yaşlanma nüfus açısından ele alınmıştır.
Ziya Gökalp: İmparatorluktan Milli-Devlete Sosyoloji
Cevat ÖZYURT
Bu çalışmanın amacı, Gökalp’in siyasal düşünceleri ile sosyolojisi arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Bu amaca ulaşırken öncelikle Gökalp’in hayatı üzerine kısa bilgiler verilmekte, ardından Gökalp düşüncesindeki dönemsel değişikliklerin ana hatları ortaya çıkarılmaktadır. Çalışmanın ana kısmında ise Gökalp’in oluşturmaya çalıştığı “milli sosyoloji” analiz edilmekte ve bu sosyolojinin belli bir ideolojiye endekslenmiş olmasının hem Gökalp sosyolojisi için hem de Türk sosyolojisi için doğurduğu sorunlar tespit edilmeye çalışılmaktadır. Bu arada Gökalp’in sosyolojinin desteği ile oluşturmaya çalıştığı “Türkçülük” anlayışının mahiyeti ve bu anlayışın nasıl bir “millet” algısı üzerinde yükseldiği de araştırılmaktadır. Çalışmanın alanı Gökalp’in Osmanlı dönemindeki (1918’e kadar) yazılarını kapsamaktadır. Gökalp’in çalışmalarında sosyolojik analizler ile siyasal analizlerin iç içe geçmiş olması onun sosyolojisini de ideolojisini de belirsizleştirmektedir. Bu belirsizliğin ortadan kaldırılması için yazımızda siyasal düşüncelerini aktardığı Türkleşmek İslamlaşmak ve Muasırlaşmak kitabı ile sosyolojik yaklaşımını ortaya koyduğu İçtimaiyat Mecmuası’nda yayınlanan makaleleri eksen alınmıştır.
|
|
İsmail COŞKUN ile Sosyoloji Sohbeti
Sosyolojinin misyonu, dili, amacı, bakış açısıyla ilgili neler söylenebilir? Hangi argümanlardan hareket etmiştir sosyoloji? Batı’da ilk ne zaman, nasıl oluşmuştur? Böyle başlayalım önce…
Sorunuz şu mu? Sosyolojinin çıkışında bir misyon yüklenmesi söz konusu mu? Doğrusu bu şekilde en baştan sosyolojiye bir misyon yüklendiğini düşünmüyorum. Ama sosyoloji modern toplumun bir çıktısı olarak karşımıza çıkar. 1789 Fransız İhtilali’nin bir çıktısıdır. Modern toplumun tüm kurumsal mekanizmalarının artık ortaya çıktığı, kendisini kurduğu dönemde gerek toplum düzeyinde gerek ulus-devlet düzeyinde toplumun bilgisi, toplumsal dinamikler, toplumsal süreçler, üretim süreçleri, şehirleşme süreçleri, endüstrileşme süreçlerine ilişkin bilginin üretilmesi sürecinde ortaya çıkar sosyoloji. Bir yanıyla böyle. Diğer tarafıyla da 19. yüzyılın başında endüstri toplumunun bünyesinde ortaya çıkan sınıf çatışmaları düzleminde ortaya çıkan hareketlilikleri; o günkü toplumsal düzeni, istikrarı ya da egemen siyaseti baskılayacak bir çözümsüzlüğe ve istikrarsızlık ortamına dönüştürecek hareketleri, bir şekilde hem biçimlendirme, anlama, çözümleme hem de toplumsal düzeni kurmaya yönelik bir husus. Daha doğrusu onu biçimlendirmeye yönelik bir yön var. Bu bir misyon mudur? Değildir.
Besim F. DELLALOĞLU ile Sosyoloji Sohbeti
Öncelikle genel manada sosyolojiye bakış açınızı konuşmak isteriz. Size göre sosyoloji nasıl bir uğraş ve bilimdir? Sosyolojinin dili, söylemi, amacı, bakış açısı hangi eksenlerde kurgulanmıştır? İnsanı ve toplumu anlamada hangi argümanlardan, zeminden, kalkış noktalarından hareket etmektedir?
Sosyoloji öncelikle modern bir bilimdir. Burada “modern” sıfatını sadece “zamana dair” yönüyle kullanmıyorum. Belki şöyle dersem daha anlamlı olacak: Sosyoloji modernliğin bilimidir. Hatta daha derinlemesine bakarsak “toplumsal” olanın bilimin konusu olabileceği fikri modern bir fikirdir. Bu manada örneğin Fransız Devrimi öncesinde ciddi anlamda bir “sosyoloji” ihtiyacı ya da cüreti olabileceğini pek sanmıyorum. Bu anlamda sosyolojinin fikri kurucusunun bir Fransız olması belki de bir tesadüf değildir. Yani bilimin bile tarihsel olduğunun farkına varmamız önemlidir. Herhangi bir bilimin genelleştirilebilir yöntemlerinin olması onu tarih dışı kılmaz. Bu basit gerçek çoğu zaman unuttuğumuz, hatta çoğu zaman hatırlamak istemediğimiz bir şeydir. Hâlbuki bir bilimin tarihsel olması onun değerini düşürmez, aksine bilim insanının manevra alanını genişletir. Evrensellik sosyal bilimler için, doğa bilimlerinde olduğu kadar anlamlı olmayabilir. Ancak kabul etmek gerekir ki, sosyoloji kurucuları tarafından daha çok fiziğe öykünerek yapılanmıştır.
|
|
 |
|
|
|
|
|