|
2. SAYI // KOMŞULUK |
|
DİVAN KALEMİ
sosyoloji divanı mütevazı ama derin yürüyüşünü sürdürüyor. Yeni bir sayı ile bu yürüyüşü pekiştiriyor. Elbette, her ne olursa olsun bir yürü-yüşün sancılı ve bereketli olduğunu bilerek. Güvenerek ve inanarak. İlk sayının doğumundan aldığı cesaret ve inançla kendi rotasında ilerlemek istiyor. Sözlerini, kelimelerini, cümlelerini bu dünya gerçekliğine duyura-rak, kendi kaleminin izlerini bırakmak istiyor. Bunun büyük bir heyecanı, cesareti, azmi, gayreti ve samimiyeti gerektirdiğini bilerek. Kalemi, kelamı, sözü, yazıyı büyük kapı, insana bakan bir pencere bilerek. Yazının ve sözün insan bakışının bir yansıması olduğunu söyleyerek. Bundan dolayı sosyoloji divanı ilkin yazıya ve söze bir davet olmak istiyor. İnsanın dünyasına, o dünyanın ayrıntılarına kalemi şahit tutmak istiyor.
İlk sayısında Taşra’yı değişik boyutlarıyla ele alan sosyoloji divanı, ikinci sayısında ise Komşuluk meselesini enine-boyuna irdelemektedir. Şehir hayatının bir gereği ve gerçeği olan komşuluk, temel bir yapı olarak varlığını hissettirmektedir. Toplumsal hayatın önemli bir kurumu olan kom-şuluk, zaman ve şartlar ortamında kendini yeniden üretebilmekte, dünden bugüne biçimleri, ritüelleri, profilleri de değişebilmektedir. İnşa ve değişim süreçlerinin arasında kendi gerçekliğini her daim ortaya koyabilen komşu-luk, katı yalnızlığın ve bireyselliğin hüküm sürdüğü çağlarda insana yeni nefesler sunmaktadır. İnsanın insana yakınlığını, el uzatmasını, merhameti-ni, sempatisini ve muhabbetini simgeleyen komşuluk, toplumun yaralarına bir merhem olma imkânını taşımaktadır. Bunun için komşuluk hukukunun, komşu hakkının, komşuluk ilişkisinin önemini kavrayan bir mahalle ve şehir inşası kaçınılmazdır. Bu temel değerin etrafında bir inşanın gereğine inanan sosyoloji divanı komşuluğu konuşmayı önermektedir.
Komşuluk dosyasına değerli kalemler katkıda bulunmaktadır. Musta-fa Aydın, ütopya ile dram arasında komşuluğun durumuna ilişkin temel tespitler yapmaktadır. Komşuluk, sahici bir toplumsal kurumdur ve toplum-sal dönüşüm sürecinden etkilenmektedir. Ahmet Koyuncu, gündelik hayat-ta komşuluğun önemi, anlamı ve değişen çevresini irdelemektedir. Celaled-din Çelik, komşuluğun dini çevresini işaret eden makalesi ile din-komşuluk ilişkisini mercek altına almaktadır. Bekir Biçer, komşuluğun tarihsel serü-venini özelde Türk tarihi bağlamında ele almaktadır. Köksal Alver, komşu kimdir sorusunun ardında komşu portresini ayrıntılı bir şekilde çözümle-mektedir. Abdullah Harmancı, edebiyatta komşuluğun görünümleri üzerine derinlikli bir araştırma ortaya koymaktadır. M. Ali Aydemir, sosyal serma-ye kuramı açısından komşuluğun kıymetini irdeleyen makalesinde komşu-luk ilişkisinin nasıl bir zenginliğe yol açtığına dair önemli hatırlatmalarda bulunmaktadır. Tuba Coşandal ise bir hatıra evreni olan komşuluğun izleri-ni hatıralarda ve anılarda aramaktadır.
Bu sayının sohbet köşesinde sosyoloji dünyasının beyefendilerinden değerli hocamız Mahmut Atay’ı ağırlıyoruz. Hocamızın dilinden sosyoloji ile tanışma hikâyesini, Türk sosyolojisinin özelliklerini, sosyolojik bakışın ayrıcalıklarını konuşuyoruz.
Kenar Kayıt bölümünde üç makale yer almaktadır. Ömer Miraç Ya-man ile Bedrettin Kesgin, son yılların önde gelen bir meselesi olan TOKİ uygulamalarını tartışmaktadırlar. TOKİ’nin nasıl bir ev tasarladığı ve bu tasarımın toplumsal ve iktisadi şartlarda ne anlama geldiği makalede karşı-lık bulmaktadır. Ahmet Sarı ile Cemile A. Ercan, Orhan Pamuk’un Masu-miyet Müzesi romanını deneysel roman bağlamında incelemektedirler. Hü-seyin Çil ise bir edebiyat sosyolojisi örneği olarak Tarihsel Roman gerçeği-ne eğilmektedir.
Hayat Sahnesi bölümü, hayattan enstantaneler ve fragmanlar içer-mektedir. Seyfettin Kurt, bu defa bir arzuhalcinin gözünden hayata bak-maktadır. Hilmi Uçan, fes bağlamında toplumsal dönüşümler ve siyaset sarmalındaki kıyafet gerçeğini irdelemektedir. Zeki Saka, cami ve mektebi mekan sosyolojisi açısından analiz etmektedir. Mekanların hayata ve insana açılan kapılar olduklarını hatırlatmaktadır.
Bir hayli zengin içeriğe sahip olan Kitaplık bölümü, yeni yayınları değerlendirmekte ve kitap kritikleri yapmaktadır.
Selam ile…
İÇİNDEKİLER
5 DİVAN KALEMİ | Editör
DOSYA: KOMŞULUK
9 Ahmet Koyuncu | Gündelik Hayatta Komşuluk
23 Köksal Alver | Komşu Kimdir?
37 Mustafa Aydın | Dramdan Ütopyaya Komşuluğun Dönüşümü
55 Bekir Biçer | Komşuluğumuzun Tarihsel Serüveni
69 Celaleddin Çelik | Din ve Komşuluk
79 M. Ali Aydemir | Komşuluk ve Sosyal Sermaye
95 Abdullah Harmancı | Edebiyatta Komşuluk
115 Tuba Coşandal | Hatıralar ve Komşuluk
SOHBET
131 Prof. Dr. Mahmut Atay ile Sosyoloji Sohbeti
KENAR KAYIT
141 Ömer Miraç Yaman-Bedrettin Kesgin | Muhafazakarlığın Aile Vurgusu ve Toki Uygulamaları
159 Ahmet Sarı-Cemile Akyıldız Ercan | Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi: Deneysel Bir Roman
177 Hüseyin Çil | Tarihi Romanların Sosyolojik İmkanı
HAYAT SAHNESİ
197 Seyfettin Kurt | Arzuhalciler
203 Hilmi Uçan | Fes ve Toplum
211 Zeki Saka | Çaybaşı Camii ve Mektebi
KİTAPLIK
219 Ertan Özensel | Din Ekonomisi
223 Mahmut H. Akın | Sosyolojik Düşünce Geleneği
227 Erhan Tecim | Asi Şehirler
233 Mehmet Uğraş | Mahalle
237 Faruk Karaarslan | Durkheimı Anlamak
241 Ejder Ulutaş | Pantolonun Politik Tarihi
249 Halime Ünaldı | Türkiye’de Popüler Roman
255 Nilüfer Öztürk | Bilimi Yeniden Okumak
259 İbrahim Nacak | Sosyal Bilimcilerin Yazma Çilesi
265 Metin Eken | Sahanın Sesleri
271 Merve Çetin | Subliminal İşgal Üzerine
275 ÖZETLER
287 YAZARLAR
|
|
Gündelik Hayatta Komşuluk
Ahmet KOYUNCU
Gündelik hayat, birey ve toplumun yaşamında rutinleşen çoğul bir yaşama formu/stili olarak toplumsal yaşamda farklı biçimlerle gerçekliğe dönüşen değer, tutum ve eylemlerin olağanlaşmış dünyasını yansıtmaktadır. Dolayısıyla, gündelik hayatı anlamak ve incelemek bir bütün olarak hayatı anlamak ve incelemektir. Bu çalışmada da gündelik hayat, komşuluk ilişkileri üzerinden çözümlenmeye çalışılmıştır. Nitekim komşuluk, değişik toplumlarda ve coğrafyalarda, yaşantı biçimleri, ritüelleri, dil ve eylem pratikleri itibariyle farklılıklar arz etse de toplumsalın tahlilinde birçok veriyi içinde barındıran bir sosyal müessese konumundadır. Bu bağlamda, eylem kalıpları ve davranış kodları, yüklendiği anlamlar, nesneler, mekanlar, eylemler ve simgeler gibi komşuluğun temel parametreleri üzerinden gündelik hayatın dönüşümü ve bu dönüşüme şahitlik eden komşuluğun tarihsel süreç içindeki konumu ele alınmıştır.
Komşu Kimdir?
Köksal ALVER
Komşu kimdir ve nasıl olmalıdır sorusunun cevapları gerek atasözlerinde, gerek dini metinlerde (ayetler ve hadisler) ve ilgili literatürde doyurucu bir şekilde verilmektedir. Söz konusu metinler ve sözler, komşuluğun değerini ve kıymetini anlamak açısından ilk elden bilgiler ihtiva etmektedir. Komşunun nasıl olması gerektiği, komşuluğun sürdürülmesinin şartları, komşu portresinin ayrıntıları, tartışmadan uzak bir açıklıkla ortaya konmaktadır. Bu makale komşuluğu kişisel gözlemler arasında değerlendirmekte ve belli sonuçlara varmaktadır.
Dramdan Ütopyaya Komşuluğun Dönüşümü
Mustafa AYDIN
Komşuluk, aile, akrabalık gibi önemli beşeri oluşumlardan birisidir. Bildiğimiz kadarıyla hayvanlar dünyasında bir komşuluktan söz edemeyiz. İnsan, komşuluk düşüncesine sahip olandır. Komşu, mesken ve işyeri gibi mekânsal yerleşim alanlarında insanların birbirine yakınlığını ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Komşuluğun her haliyle mekânsal bir tarafı vardır. Akrabalık kandaş bir yakınlık iken, komşuluk mekânsal bir yakınlıktır. Esasen komşuluk, aile ve akrabalarla diğer insanlar arasında bir yerde bulunur, aileden ve onunla irtibatlı olarak akrabalıktan sonra en önemli ilişki biçimidir.
Komşuluğumuzun Tarihsel Serüveni
Bekir BİÇER
Komşu, fiziki olarak birbirine yakın veya yan yana bitişik evlerde yaşayan insanlardır. Komşuluk aynı konutta, mahallede ve çevrede yaşayan insanların birbirlerine göre aldıkları addır. Eskiden Türkler genellikle göçebe olarak yaşardı. Konutları ise çadırdı. Ailenin bütün üyeleri çadırda yaşardı. Ailelerin büyümesi ile boylar doğmuştur. Gök Tanrı inancına göre misafir, tanrı tarafından gönderilmiştir. Türkler yerleşik hayata geçtikleri zaman evler yapmışlar ve evlerde mutlaka misafir odası bulundurmuşlardır. Türklerde komşuluk ilişkilerinin kurulması ve geliştirilmesinde kadınların rolü daha fazla olmuştur.
Türkler bir arada yaşadıkları için sürekli olarak komşuluk ilişkileri kurmuştur. Komşuluk ilişkileri çoğu zaman imece şeklinde devam etmiştir. Türkler birçok ekonomik faaliyeti birlikte yapmıştır. Ayrıca toy, düğün, yarış, göç ve şölenler komşuluk ilişkilerini geliştirmiştir. Türklerin Müslüman olmasının doğal bir sonucu olarak hayatlarında da köklü bir değişim olmuştur. İslam inancı, komşuluğu iyi Müslüman olmanın şartı kabul etmiştir. Komşu hakkı kul hakkı sayılmıştır. Müslüman Türkler komşuluğun gereği olarak aynı mahallede mescit, pazar, çeşme, medrese, zaviye, mezarlık, muhtarlık, kahvehane, hamam, fırın gibi yerleri birlikte kullanmıştır. Komşuluk hukukunun gereği olarak yardımlaşma sandıkları, belediyeler ve vakıflar kurulmuştur. Böylece dayanışma sağlanmış ve komşuluk daha kalıcı hâle gelmiştir.
Türkler Müslüman olduktan sonra da İslamiyet öncesinden gelen gelenek ve alışkanlıklarını korumuştur. Uzun tarihleri içinde komşulukla ilgili çok sayıda atasözü doğmuştur. Günümüzde modernleşmenin yıkıcı, bireyci etkisine rağmen Türkler arasında komşuluk ilişkileri çok yaygındır.
Din ve Komşuluk
Celaleddin ÇELİK
Din sosyolojisi açısından komşuluk, bireyin dini sosyalleşme çevresini oluşturan temel unsurlardan biridir. Komşuluk, aile ve akrabalık gibi dini düşünce, tutum ve davranışların etkileşime girdiği bir sosyokültürel olgudur. Ortak yaşanan bir mekân ve zaman tecrübesinde şekillenen ve anlam kazanan komşuluk, dini ve sosyal meşrulaştırmayla değer kazanan bir birlikteliktir. Zira komşuluk kişiler arasında yakın, özel ve yoğun ilişkilerle örülmektedir.
Komşuluk ve Sosyal Sermaye
M. Ali AYDEMİR
Bir arada yaşamın en tabi görünümlerinden biri olan komşuluk, dünden bugüne varlığını sürdüregelmiştir. Sosyolojik bir gerçeklik olarak yapı ve işlevleriyle kent toplumlarında izleri sürmektedir. Bu makale komşuluğu, sosyal sermaye teorisinin savladığı tezleri karşılayan, sosyal ilişkilerde yüklendiği/yüklenme potansiyeli olan yapısal bir unsur olarak gündeme taşıma gayretinde olmuştur.
Edebiyatta Komşuluk: Komşuluğun Edebiyatı
Abdullah HARMANCI
Komşuluğun modern edebiyat metinlerine nasıl yansıdığı sorusu önemli bir sorudur. İnsana ilişkin her türlü değişimi, hareketliliği, olağanlığı ya da olağandışılığı bir biçimde kaydeden, tutanaklaştıran edebiyat, insanların komşuluk ilişkilerine dair de önemli fotoğraflar çekmiştir. Mahalle adı verilen, insanların dertleşip halleşebildiği bir ortamda yaşanan ve her türlü olumlu ya da olumsuz durumun paylaşıldığı komşuluk ilişkilerinden, kapı komşusunun ismini bilmeyen apartman sakinlerine uzanan çizgide, komşuluk, farklı tezahürleri, renkliliği içinde edebi metinlerimizde karşımıza çıkmaktadır. Ancak edebi metinlerde her zaman karşımıza çıkan şey komşuluğun halleri değil, bazen de komşusuzluktur. Bu makalede, Türk insanının son yüz elli sene içerisinde komşuluk ilişkilerini yönlendirişinin, komşusuna bakışının veya komşusuz kalışının edebi metinlere nasıl yansıdığı soruları cevaplandırılmaya çalışılacaktır.
Hatıralar ve Komşuluk
Tuba COŞANDAL
Komşuluğa duyulan özlemin bir çok nedeni vardır. Modern yaşamla birlikte, çoğu yerde ve durumda komşuluk ilişkilerinin azalması bunlardan biridir. Kişinin hayatında anıların, kaybedilenlerin müstesna bir yerinin olması bu özlemi güçlendirir. Bu yazı, modern öncesi durumdan modern döneme geçişte, komşuluğun nasıl değiştiği, ve günümüzde komşuluğun nasıl tanımlandığı üzerinde duracaktır. Ayrıca, komşuluğun anılardaki yerini ve izlerini, edebiyatımızdaki çeşitli örneklerden yararlanarak sürecek, akıllarda kalan ve yaşanmakta olan komşuluğu anlamayı hedefleyecektir.
|
|
Mahmut Atay ile Sosyoloji Sohbeti
Sohbetin başında genel bir sosyoloji değerlendirmesi yapmanızı is-tirham ediyoruz. Sizce sosyoloji nasıl bir uğraş ve bilimdir? Temelde neler söylemektedir, topluma ve insana nasıl bir pencereden bakmaktadır? Ne tür kaynaklardan beslenmektedir?
Sosyolojiyi ilköğretim sıralarında hocalarımın tavsiyeleri ve yönlen-dirmeleri ile seçtim. Üniversite öğrenciliğim yıllarında bu dalda ilerledikçe bu kararın benim için çok hayırlı olduğunu anladım. Okudukça sevdim, sevdikçe okudum. Sosyolojinin bir laboratuvarı yok. Kitaplar bu boşluğu doldurmak için en önemli yardımcı ve arkadaş.
Sosyoloji toplumla ilgili her şeyi ama her şeyi inceleme araştırma id-diasında olan bir bilim. Temele insan ilişkilerini, etkileşimlerini yerleştirir. Kurumsal anlamda dinden siyasete, eğitimden adalete ve suça, sağlıktan toplumsal güvenliğe kadar toplumsal hayatın bütün yönlerini kapsamına alır. Kırsal hayattan kent hayatına, gelişmişlik, azgelişmişlikten kalkınmaya, toplumsal refaha, gelir dağılımındaki eşitsizlikten, güç, iktidar, itibar ilişki-lerine kadar, boş zaman etkinliklerinden, göç, uyum, çatışmaya öte yandan bilgi alanına, bilginin üretilme koşullarına, toplum tiplerine kadar geniş bir yelpazeye sahiptir.
|
|
Muhafazakarlığın Aile Vurgusu ve TOKİ Uygulamaları
Bedrettin KESGİN - Ömer Miraç YAMAN
Türkiye’de aileye yönelik geçmişten günümüze çok ciddi vurgular yapılmaktadır. Bunların başında aileye değer-anlam yükleyen bir yaklaşımın sergilenmesi ve aileye sosyal sorumluluk bağlamında yaklaşılması gelmektedir. Özellikle muhafazakâr anlayışın aile yaklaşımı tüm politikalarının merkezinde kutsal bir yere tekabül etmektedir.
Bu çalışma ile muhafazakârların aile vurgusu yanında ailenin yaşadığımız çağda karşılaştığı tehdit ve tehlikeler, kentleşme ve değişen konut yaşantısının aileye etkisi de değerlendirilecektir. Türkiye’de aileye, üstlendiği ve taşıdığı sorumluluk oranında yeterli destek sağlanamadığı da gözükmektedir. Bu kapsamda bir taraftan ailenin yaşadığı dönüşümün analizi yapılırken diğer taraftan aile desteğinin olması gereken boyutlarıyla, ailenin sosyal hizmet anlamında taşıdığı değer ve imkânlar birlikte değerlendirilecektir.
Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi: Deneysel Bir Roman
Ahmet SARI - Cemile Akyıldız ERCAN
Romanın gelişim sürecinde klasik ırmak anlatılardan (romanlardan) bilinçakışının da keşfiyle birlikte modern karışık romanlara doğru bir seyir gözlemlenir. Belli bir zaman sonra romanın krizde olup olmadığı tartışmaları ile romanın biçimlerinde, formlarında, yazılış şekillerinde de değişiklikler, gariplikler olmaya başlamıştır. Romanda deneysel çabalar gün yüzüne çıkmış, “deneysel edebiyat” olarak adlandırılan bu akım ve durumlar romanın içinde akıl almaz değişiklik ve marjinallikleri uygun görmüştür. Bugün Orhan Pamuk’un “Masumiyet Müzesi” de böylesi bir roman kategorisinde değerlendirilebilir. Hayal ve hakikatin, gerçekle kurmacanın birbirine girdiği, hayalden hakikati, kurmacadan gerçekliğe giden yolu bulup çıkaran bu tür romanlar ilgi çekiciliklerini korumakta ve her geçen gün de sayılarını artırmaktadırlar. Bu çalışmamızda deneysel edebiyat hakkında bilgi verilmiş, Orhan Pamuk’un “Masumiyet Müzesi” adlı romanı da deneysel roman olarak incelenmiştir.
Tarihi Romanların Sosyolojik İmkânı
Hüseyin ÇİL
Tarihi romanların edebiyatın içindeki önemi gittikçe artmaktadır. Konusunu tarihten alması ise önemini sadece okuyucuları için değil aynı zamanda üzerine çalışma yapanlar için de artırmaktadır. Romanların sosyolojik imkânıyla yakından ilgilenen sosyoloji bilimi için tarihi romanlar da önemli bir çalışma alanıdır. Bu çalışma tarihi romanların sosyolojik açıdan incelenmesi konusuna ayrılmıştır. Bu incelemenin zeminini oluşturan şartları ortaya koymaya çalışmıştır. Bu nedenle tarihi romanların kimlik, ideoloji, sosyal gerçeklik gibi sosyolojik kavramlarla ilişkisi tartışılmış ve tarihi romanların sosyolojik bakış açısıyla incelenmesi için bir başlangıç noktası sunmaya gayret edilmiştir.
|
|
Meslekler Mezarlığının Okumuş Çocukları: Arzuhalciler
Seyfettin KURT
“Kâtip arzuhalim yaz yâre böyle”
Vakitlerden bir vakit gelir ki, bazı meslekler babadan oğula, ustadan çırağa intikal edemez olurlar. Bazen baba istemez, bazen oğul, ya usta el vermez, ya da çırak vefasız çıkar hem mesleğe, hem ustaya… Bazen de herkes istese bile kâh mevzuat izin vermez, kâh mesleğin kendisi, ya da zamanın ruhu karşı çıkar bu verasetin intikaline.
Fes ve Toplum
Hilmi UÇAN
Bir uygarlık ve bu uygarlığa bağlı insanlar, kurumlar değişir-ken/değişti-rilirken sadece içerik değişmez, biçim de değişir. Biçim mi önemlidir içerik mi sorusuna Zemahşeri karşıt bir soruyla şöyle yanıt verir: “Makasın hangi ağzı daha keskindir?” İbn-i Haldun da biçim/içerik tartış-malarında biçimi öne çıkarır.”
Değişim ve başkalaşım çoğu zaman sancılı, kanlı, acılı olur. Biçimsel değişiklikler içeriği, içerikteki değişiklikler de biçimi etkiler. Zaman olur toplum değişmiş/değiştirilmiş gibi görünse de kültürel kalıtım, gelenek bir yerlerden sırıtır, ‘ben buradayım’ der. Bir uygarlık güç kullanılarak değişti-rilmeye çalışılırsa biçim ve içerik bozukluklarını da beraberinde getirir; ucuz kahramanlar üretir. Hiçbir Yahudi Müslüman’a, Hiçbir Hıristiyan Müslüman’a, bir Müslüman da Hristiyan ve Yahudi’ye benzemek istemez, direnir. Ne kadar çabalarsa çabalasın, bir Budist bir Müslümanı, bir Sih bir Hıristiyan’ı kendisine benzetemez. Benzemeye çalışan da sonunda Tatlısu Türkü’ne döner.
Çaybaşı Kargalı Camii ve Mektebi
Zeki SAKA
Cami ve mektebin kişisel yaşamım da hususi bir manası elbette var. Bu cami benim çocuk halimle cemaat, babamın ise aldığı eğitimin gereği, vazife bilip de vaazlar verdiği, cuma ve bayram namazları kıldırdığı cami-dir. Mektepse, babamın çocukluğunda gittiği gibi benim, bir sene de olsa gittiğim mekteptir. Fakat bir metni tamamen hususi mana üzerine kurmak, onu ziyadesiyle şahsileştirecektir. Aynı şekilde yazıyı husule getiren, son kertede zihin dünyamda var eden “tevafuklar zincirini” anlatmak, kabul ediyorum meseleyi kişisel bir geçmişe hapsetmek olacak. Fakat meseleyi kişisel bir serüvene hapsetmeden, tevafuk denilen ilahi vakıanın hakkını verebilmek adına, sanki bir alıntıymışçasına kendimden bir paragrafı müs-takil olarak yazmam mazur görülmelidir. Zannediyorum bu, en güzel şekil-de bir metnin girişinde yapılabilir;
|
|
Din Ekonomisi
Ertan ÖZENSEL
Eğer bir kitaptaki bölümlere yönelik özel bir ilginiz yoksa okumaya giriş bölümünden başlamak bir gelenektir, en azından benim böyle bir geleneğe sahip olduğum söylenebilir. Bu doğrultuda kitabı okumaya baş-ladığımda girişin son paragrafında yazarın can alıcı bir tavsiyesi ile karşı-laştım: “Kitabın sonuç bölümü, kitap boyunca yapılan tartışmaların nasıl sonuçlar çıkarabileceğini göstermeyi denemektedir. Bu yüzden belki de kitabı okuyup okumamaya sonuç bölümünü okuduktan sonra karar ver-mek daha uygun olur” (s. 13). Dolayısıyla kitabın öncelikle sonuç bölü-münün okunması, içeriğin hangi bağlamda ele alındığı konusunda önemli bir açılım ve ipuçları sunuyor. Biz de bu kitabın tanıtımını sonuç bölü-münden başlayarak gerçekleştirmeyi deniyoruz. Bu okuyucuda bir şaşkın-lığa yol açabilir, fakat yazarın önerisi bizim tanıtım yazımızın yöntemini de belirlemiş oluyor.
Sosyolojik Düşünce Geleneği
Mahmut H. AKIN
Yakın dönemde sosyoloji tarihi ve teorileri ile ilgili kitapların yayı-nında ciddi bir artış dikkat çekmektedir. 2000’li yılların başında bile Türkçe ders verilen sosyoloji bölümlerinde bir elin parmakları kadar telif ve tercüme kitap, hocalar tarafından takip edilmekte ve öğrencilere öne-rilmekteydi. Birkaç yıldır sosyoloji teorileri ile ilgili tartışmaları içeren tercüme ders kitaplarının sayısında ciddi bir artış olmuştur. Bu durum, Türkiye’de sayıları yüzü aşmış olan sosyoloji bölümlerinin öğretim ele-manları ve öğrencileri açısından olumlu bir gelişmedir. Bu çeşitlilik, sosyo-lojinin tarih yazımı meselesinin de daha fazla fark edilmesine katkıda bu-lunabilir. Çünkü sosyoloji tarihinin temel kaynaklarını ve teorik tartışmala-rını içeren çalışmalar, sosyolojinin tarih yazımının da önemli bir teorik mesele olduğunu göstermektedir. Yayınlandığı yıllarda Amerika Birleşik Devletlerinde önemli tartışmalara sebep olan, farklı bir yaklaşımla sosyo-loji tarihini gelenek kurgusu içerisinde anlatmaya çalışan Robert Nisbet’in Sociological Tradition (Sosyolojik Gelenek) adlı önemli eseri, bir tercüme tercihiyle Sosyolojik Düşünce Geleneği başlığıyla Yusuf Kaplan tarafın-dan Türkçe’ye tercüme edildi ve eser Paradigma Yayınları tarafından ya-yınlandı. Yıllardır tercümeleriyle pek çok önemli yabancı eserin Türkçe’ye kazandırılmasına katkıda bulunan Uludağ Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüsamettin Arslan da tercümeye “Nisbet’in Sosyolojik Düşünce Geleneği’ne Derkenar: Etik Cemaat” başlıklı uzunca bir önsöz yazdı.
Şehir Hakkı Kurgusu ve Asi Şehirler: Geleneksel Tarihsel Dizgenin Yeniden Üretimi
Erhan TECİM
Dünya kentleri geçtiğimiz son beş yılda daha önce hiç olmadığı kadar ısınmıştır. Bir ülke olarak global alanda oyun kurucu rolünü üstlenmek için şehirlerin ısınmasını doğru çözümlemek gerekmektedir. Bu açıdan yeni sosyal hareketler ve bu sosyal hareketlerin katalizörlerini görmek ve güncel politikayı anlayabilmek bir sosyal bilimci için oldukça önemlidir. Dünya kentleri Mısır’dan (Kahire-Tahrir meydanı) Yunanistan’a (Atina gösterileri), İspanya’dan (Madrid öfkelileri-İndignados) ve İngiltere’den (Katedral işga-li-St. Paul Cathedral) Amerika’ya (İşgal eylemi-Occupy Wall Street) ve ni-hayetinde ‘gezi parkı’ olayları ile İstanbul’a kadar ısınmış durumdadır.
Mahalle'nin Portresinden Bakmak
Mehmet UĞRAŞ
Mahalle isimli eser, mekân sosyolojisi alanında mahalle incelemeleri içinde kendine özgü bir örneğini teşkil etmektedir. Kendine özgülüğü nere-den geliyor? Şuradan: Mahalle tanımının tarih araştırmalarında sunulanın-kinden farklılığı ve olguya sürdürebilir ve onu daha uzun süre yaşatacak anlam üstünde durmak. Eser derli toplu bir mahalle algısı incelemesi olarak bu algının Konya şehrinin bazı mahallelerinde varlığını-yokluğunu (imkân) incelemektedir. Kitabı iki kısma ayırabiliriz. Teorik zemin ve saha araştır-ması olarak. Mahallenin tanımı ve sınırları derince anlatılmış ve sahada desteklenmiştir. Tabi mahalle sınırlarında oluşan yakın ilişkilerin ürettiği meslekler ve tiplerden de söz edilerek mahallenin yaşayan bir olgu olduğu hissettirilmiştir.
Durkheim'i Anlamak
Faruk KARAARSLAN
Emile Durkheim (1858-1917) sosyolojinin bir disiplin dalı olarak or-taya çıkmasına, kurumsallaşmasına ve kendine has bir literatüre sahip ol-masına katkı sağlamış önemli düşünürlerdendir. Bu yönüyle Durkheim sosyolojinin kurucularından birisi olarak görülmektedir. Bizim açımızdan bakıldığında ise Durkheim’ın diğer batılı sosyologların arasında ayrıcalıklı bir yeri vardır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş politikalarına yön veren toplum ve millet tasavvuru büyük ölçüde Durkheim’ın düşüncelerin-den esinlenilerek şekillendirilmiştir. Daha yalın bir ifade ile Atatürk’ün büyük önem atfettiği Ziya Gökalp’in Durkheim okumaları Türkiye’nin ilk dönem toplum ve millet politikalarını belirlemiştir. Bu durumda hem sosyo-loji alanının ve geleneğinin oluşmasında anahtar bir rol üstlenen hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumsallaşmasında fikri öncülük yapan Durk-heim’ın anlaşılması, bizim dünyamız açısından oldukça değerli bir çaba olarak görülmektedir. Fakat bu öneme rağmen Durkheim özellikle sosyoloji alanında yeterli ilgili görmemiştir. En azından muadilleri olarak değerlendi-rebileceğimiz Max Weber ve ya Karl Marx kadar ilgi görmemiştir. Hem Türkiye’de hem de Avrupa ve Amerika sosyoloji dünyasında üzerine yapı-lan çalışmalar bu düşünürlerle kıyasladığımızda oldukça azdır. Fakat yakın dönemde özellikle çağdaş sosyologların sıklıkla Durkheim’a referans ver-meleri sebebiyle sosyoloji dünyasında Durkheim’a duyulan ilginin yoğun-laştığını ifade etmek gereklidir. Jacques Coenen-Huther’ın 2010 yılında yayımlanan Durkheim’ı Anlamak adlı eseri böyle bir ilginin sonucudur.
Pantolonun Politik Tarihi
Ejder ULUTAŞ
Günlük hayatta kıyafetlerimizi; nereden geldiği, tarihi süreçte ne gibi değişiklikler geçirdiği gibi sorularla hemhal olma gereksinimi pek duyma-dan veya farkında olmadan giyeriz. Üzerine uzun uzadıya düşünmediğimiz kıyafetlerin aslında dilleri vardır. Kıyafetler konuşur ve konuşturur. Kimisi uzun süren susturulmalara ve bastırılmalara karşı avazı çıktığı kadar bağırır, kimisi mütevazı, kimisi ukala, kimisi ise pervasızdır. Kişiliğin, dünya görü-şünün bir parçası olan kıyafetler insanın bütüne yakın hallerini ele verir. Savunmanın, korunmanın, korumanın, sahiplenmenin vs. metaforik dilidir ve kıyafetler toplumsal bir üretimdir. Sağcı, solcu, muhafazakâr, dindar, faşist, feminist, liberal, kentli, köylü, doğulu, batılı gibi arttırılabilecek kav-ramların sahiplendiği ve giyindiği kıyafetler vardır. Dolayısıyla tipleştirme-lere ve stereotipleştirmelere giden yolda ilk elden verilerdir. Kıyafetler bu yönüyle de tarihsel ve sosyolojik bir yapıya sahiptir. İnsanlığın başından bu yana giyinme pratiklerinin çok değişik türevlerle gerçekleştirildiği bilinmek-tedir. Dini, siyasi, sosyo-ekonomik, kültürel; beğeni, motivasyon ve refe-ranslar kıyafet seçimini belirleyen temel etmenler olarak göze çarpmakta-dır. Bunlar ve benzerleri neyi giyip neyi giymeyeceğimizin tayin edicileri-dir. Statü ve rollerin, simgesel düzlemde temel gösterenleridir. Özellikle cinsiyet rollerini belirginleştirmede ve bu rollerin toplumsal yaşamda her gün yeniden üretilmesinde yadsınamaz bir etkisinin olduğunu kaydetmek gerekiyor.
Türkiye'de Popüler Roman
Halime ÜNALDI
Sanayileşme bilincinin bir ürünü olan popüler kültür, bir tüketim ol-gusu olarak toplumun birçok alanında etkili olmaktadır. Bunun içerisine sanat; sanatın bir kolu olan edebiyat da girmektedir. Popüler edebiyatın alt dalı olan popüler roman, araştırmacılar tarafından üretim, tüketim, sanayi, eğlence gibi kavramlarla birlikte analiz edilmiştir. Popüler romanlar, belli amaçlar çerçevesinde kurgulandıkları için, olayları öne çıkararak roman kurallarına riayet etmezler. Popüler romanlar, roman kurallarını şekil olarak uygulamakla beraber detaylarda amaçlarına hizmet edecek yeni kurallarını ortaya koyarlar. Sanatsal ayrıntılara, derin psikolojik analizlere yer veril-meyen bu romanlar, basit ya da karmaşık olay örgülerinden ibaret olduğu ve kişilerin hayatlarının uzunca bir kısmını okura sundukları için kolay okunur ve çokça tüketilirler.
Bilimi Yeniden Okumak ve Zihni Bilime Kurmak: Gaston Bachelard'ın Bilimsel Zihnin Oluşumu
Nilüfer ÖZTÜRK
“Bilim, düşünsel anlamda nasıl icra edilir?” ya da “Bilim adamı ol-mak için sahip olunması gereken en önemli özellik hangisidir?” gibi sorular sorduğumuzda duyduğumuz cevaplar arasında “sorgulama” ve “soru sorma merakı” sıklıkla karşımıza çıkar. Haliyle bu cevaplar bizi, bilimin temelinde bir şeyi merak etme ve onu açıklamak için soru sorma uğraşının olduğu çıkarımına yöneltir. Bilimle uğraşan her felsefeci gibi bu tür konularda akıl yürütmüş, geçtiğimiz çağın önemli bilim felsefecilerinden Gaston Bache-lard’ın Bilimsel Zihnin Oluşumu adlı eseri, bu hususları tartışma imkanı vermektedir.
Yazmanın Toplumsal Organizasyonu
İbrahim NACAK
Entelektüel bir deneyim olarak okuma ve yazma sürecinin kendine özgü toplumsal koşulları olduğu muhakkaktır. Okuma ve yazma kıyaslan-dığında ise yazmanın daha karmaşık süreçler taşıdığı söylenebilir. Örneğin okuma eyleminde kişi nispeten pasif durumdadır. Okuduğu metnin çizdiği yoldan yürümek durumundadır. Fakat yazma eyleminde ise kişi metnin yaratıcısı olduğu için okumaya göre daha aktif durumdadır. Buradaki aktif-lik-pasiflik durumu okuyanın ya da yazanın -düşünsel anlamda- özgür ol-ması ile ilişkilidir. Bunun tersini ya da okuma eyleminde düşünsel özgürlük anlamında bir pasifliğin olmadığını söylemek de mümkündür. Fakat bu eylemlerin gerçekleştirildiği toplumsal bağlamlar dikkate alınırsa bir metin yazma sürecinin, bir metni okuma sürecine göre daha çeşitli ve karmaşık ilişkileri ihtiva ettiği söylenebilir. Sözün uçup, yazının kalıyor olması da yazma sürecinin ne derece önemli olduğuna bir atıftır aslında.
Sahanın Sesleri
Metin EKEN
Saha araştırmaları ya da etnografik yöntemler, son yıllarda toplumbi-limlerinin sıklıkla müracaat ettiği verimli bir uğrak ve içerisinde önemli potansiyelleri barındıran gözde bir tutamak olarak karşımıza çıkmaktadır. İletişim etnografisi ise, DellHymes, John Gumperz ve Erving Goffman ile birlikte 20. yüzyılın ortalarında isminden söz ettirmeye başlamıştır. Kimi yazarlara göre, etno-göstergebilim olarak da adlandırılan iletişim etnografi-si, makro bağlamların gündelik yaşamın somut koşulları ve çok katmanlı yapısıyla buluştuğu noktada önemli imkânlar ve derin bir kavrayış sunma potansiyelini içinde barındırması bakımından iletişim bilimlerinin de gözde-si haline gelmiştir. Bu bağlamda, editörlüğünü Hakan Ergül’ün yaptığı ‘Sa-hanın Sesleri’, Türkiye ve dünyadaki farklı üniversitelerden birçok araştır-macıyı geniş bir yelpazede iletişim etnografisinin potasında toplayan ve alanında ilk olma özelliğini taşıyan önemli bir derlemedir. İletişim Etnogra-fisi alanında birikim ve tecrübeyle yoğrulmuş yoğun bir emeğin ürünü olan eser, dört ana bölüm ve bu bölümler altında bağlamsal tutarlılık arz eden on bir makaleden teşekkül etmektedir. Kitabın en önemli özelliği ise, içerisinde yer alan çalışmaların her birinin dört sesin bir araya gelmesiyle oluşmasıdır ki bu durum kitabı ayrıcalıklı bir konuma taşımaktadır. Birinci ses; ‘Araş-tırmacının Sesi’dir’. Çalışmanın bu kısmında araştırmacılar, kendilerini böyle bir çalışmanın içine sürükleyen muharrikleri, konu seçimi ve konu ile ilişkilerini ifade etmektedir. İkinci ses; ‘Literatürün Sesi’dir.’ Çalışmanın bu kısmında yazarlar, etnografik yöntemin sahada vücuda getireceği kuramsal izleklere dair mülahazalarda bulunmakta ve çalışmaya teorik çerçeve çiz-mektedir. Üçüncü ses; ‘Sahanın Sesi’dir.’ Çalışmanın bu kısmında, Fis-ke’in ifadesiyle, iskelet halindeki kuram ete kemiğe bürünmekte ve araş-tırmacı sahanın çeşitli katmanlarının sesine kulak vermektedir. Elde edilen bulguların sunulduğu ve yorumlandığı bu bölüm, araştırılan konu hakkında gündelik hayatın örüntülerinden kesitler sunar. Dördüncü ses ise, ‘Sahibi-nin Sesi’dir.’ Açık mikrofon olarak da adlandırılan bu bölüm, kitabın editö-rü tarafından gerçekleştirilen bir sohbet şeklinde belirmekte ve çalışmalarını nihayete erdiren araştırmacıların, tüm bu aşamalar sonrasında geriye bakış mantığıyla edindikleri tecrübe ve birikimleri yansıttıkları bir diyalog zemini oluşturmaktadır. Makaleleri şekillendiren bu dörtlü kurgunun, iletişim et-nografisi çalışmalarının nasıl bir bağlama oturması ve ne şekilde kurgulan-ması gerektiğine dair bir öneri niteliğinde olduğu ve bu yönüyle de dikkate haiz olduğu ifade edilmelidir.
Subliminal İşgal Üzerine
Merve ÇETİN
17. ve 18. Yüzyıl Aydınlanma Çağı ile birlikte Batı dünyası insan ak-lına verdiği değerin önemini artırmıştır. Aklı daha fazla kullanabileceğinin farkına varan Batı dünyası doğaya daha fazla hâkim olmaya başlamıştır. Doğanın argümanlarını kullanarak yeni bilimsel çalışmalar ortaya koymuş-lar ve bu çalışmalarla “teknoloji” denilen araçlar topluluğu ortaya çıkmıştır. Sürekli ortaya konan yeni buluşlar “teknoloji”nin gelişebilirliğini ortaya çıkarmış ve buna bağlı olarak sürekli gelişen, yerine yenileri eklenen buluş-lar ortaya konulmuş ve bu durum “Enformasyon Çağı” ile birlikte hız ka-zanmıştır.
|
|
 |
|
|
|
|
|